19 Temmuz 2010 Pazartesi

Merhaba

Merhabalar,
Ben Aslı. Hatırladınız mı? Bir hafta yazmayınca ne çabuk unutuluyorum :) Pek nazlısınız maşallah. 7 günlük tatilden sonra bugün Ankara'dayım. Ankara maceralarını ilerleyen günlerde anlatacağım. Şimdi esas tatilden, İlker'den, yeniliklerden bahsetmek istiyorum. Öncelikle İlker aramıza geldi,;hoşgeldi, Çınar kudurdu :) Hep beraber Pazar günü Akçay'a yola çıktık ve görümcem Pınar'ı istemeye geldiler. Güzel bir merasim oldu. Bu durumdan tek hoşnut olamayan küçük Çınarcığımdı. İlginin kendisinde olmamasına alışkın olmayan oğlum, eline bir fotograf makinesi aldı, flaşını açtı ve herkesin resmini çekti. Daha ilgi çekici bir yöntem düşünemezdim. Tüm tatil boyunca "Anne sen git, bi git anne. Yanındayken yaramazlık yapamıyorum. Sen gitde, istediklerimi yapayım" dedi durdu. Bizde fırsattan istifade Pınar, İlker ve ben Assos turuna çıktık. Tek kelimeyle muhteşemdi. Daha önce İlker'le 2-3 kere daha Assos'a gitmek istemiştik. Her seferinde arabayla bilmediğimiz bir sürü yere gidip, Assos'u göremeden geliyorduk. Bu sefer bu tur derdimize derman oldu. Hemde ne derman. Önce Kadırga Koyu'na götürdüler bizi. Çarşaf gibi denizde Fatih Sultan Mehmet'i ve İstanbul'u fethetmek için bu koyda yaptırdığı gemileri düşündüm. Bu cennet koya, denize ve kavak ağaçlarına bakıp, İstanbul'a gemilerle nasıl gireceğini hayal etmiş. Oysa ben sadece cennet görüyorum :)) Neyse ki Fatih vardı ve bizim gibi düşünmedi :)

Ardından Behramkale'ye çıktık. Orada açıkçası utandım. Gelen turistlerde müzekart vardı, bizim turda kimsede yoktu. Sokak aralarında gezdik, bizim Şirince'ye benzer birşeyler yapmışlar, güzelde olmuş. İlker bize macun ısmarladı. Damla sakızlı türk kahvesi içtik. Evet beni tanıyanlar şaşıracaklar ama ben kahve içtim. Damla sakızları ağzıma gelip, tadı damağımda yayıldıkça hoşuma gitti. Galiba benim kahveyi sevmememdeki bir faktörde ithalatını bizim yapmamız. Behramkale'de, İzmir'den, ithalattan, depolardan çoook uzaktaydım. Depoların toz kokusu, ya da forkliftlerden gelen egzoz yerine kekik kokuları, deniz tuzu, ev yapımı sabun kokuyordu. Birde kahve... Karşımda da işçiler, üzeri kirpas içinde her an bir omo reklamına gülmeye çalışanlar yerine ege köylüleri vardı. Turumuzda birde emekli milli eğitim müfettişi-yeni TRT ud sanatçısı vardı. Kabak çiçeği dolması, sarma, bol salata, imam bayıldı, ve sardalya yanında ud dinledik. Kulağa çok keyifli geliyor değil mi? Yanına dalga seslerini ve cırcır böceklerini ekleyin. Dönüşte İlker bir karadut ağacı buldu, tüm çevikliğiyle avuç avuç dut getirdi bana. İşte gerçek omo reklamı bundan sonra başladı. Hep beraber bordoya bulandık.
Oğlumla, eşimle ve ailesiyle güzel bir hafta geçirdim. Dün ise Çınar ve benim için biraz zor oldu. Çünkü tatlişkomla ne zaman yalnız kalsak " Anne gitmeni istemiyorum. Ben nasıl işe gidebilirim, senin yanına nasıl gelebilirim anne." diye sordu. Hep beraber bu şekilde Akçay'da yaşayacakmışız. Callou'da yaşadığını sanıyor tatlım benim. On gün sonra geleceğimi söyledim. Kısa bir süre ve beraber olacağız dedim. Oğluma yalan söyleyemiyorum. Bana olan güvenini sarsmak istemiyorum. Akşam beni uğurlarken duygusallaşmaya başladı, bende onu güldürdüm. "Ben yokken babanneyle kudurmak yok, bahçelerden biber, domates, çilek çalıp yeşilliğin içinde oturup yemek yok, taharet musluğuyla oynamak, ayıpçı kelimeler kullanmak yok :))" bunları duyunca bizimki bir kudurdu :) bir gülme geldi. Tatlımı şimdiden çok özledim. Oniki günlük bu kurstan sonra hemen oğluma kavuşacağım anı bekliyorum. Bu anı şimdiden özlüyorum. Yarın görüşürüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız İçin Teşekkürler