Merhabalar,
Çınar geçen hafta hastayken ona ne pişireceğimizi şaşırmıştık. Ne yaparsak yapalım oğlum yemedi. Ama bu uğraşımızda (dikkatinizi çekeyim, çoğul yazıyorum) eşimin desteği çok oldu. Markete gittiğinde, belki yer diye nar ve kestane almış. Düşüncesi çok hoşuma gitti. Geçenlerde eve geldiğimde onu Martha Stewart Show izlerken buldum. Eşim gibi bir maçonun Martha’yla ne işi olabilirdi ki? Oturdum yanına, meğer Martha kestane yapım teknikleri anlatıyormuş. Bizim evin kestanecisi eşimdir. Kestane kebap yapmayı ondan öğrendim. Püf noktası kestaneyi çizdikten sonra soğuk suda en az yarım saat bekletmek. Bu sayede kabukların içine işleyen su, daha kolay ayıklamayı sağlıyor. Bu şekilde yıllarca kestane pişirdik, taki Martha’ya kadar. O, kestaneleri çapraz işaretlememiz gerektiğini söylüyor. Böylece mektup gibi kabuklar açılıyor ve içinden hiç şekli bozulmadan, tane, olduğu gibi çıkıyor. Bu sayede artık kırıntı kestane kalmıyor. Çok güzel değil mi? Yurt dışında ceviz kıracağı gibi bir aletle tek tek kestaneleri koyup çizebiliyormuşsunuz. Ben web de aradım bulamadım. Merak eden varsa, Martha izlesin :)
KESTANE KABAP
Malzemeler:
- İstediğiniz kadar kestane
- Soğuk su
Kestaneleri çarpı şeklinde çizip, soğuk suda en az otuz dakika bekletin. Döküm bir kapta - bence en uygunu tost makinesinin içinden çıkan siyah kap- orta ateşte pişirin. Afiyet olsun.
ÖNEMLİ NOT: Google 'la "kestane çizici" yazıp aratmayın, ayıpçı şeyler çıkıyor. Ben bizim bilgi işlemde, yasaklılar grubuna bu vesileyle girmiş olabilirim.
29 Aralık 2010 Çarşamba
26 Aralık 2010 Pazar
Portakallı Kek
Merhabalar,
Bugün 26 Aralık 2010 Pazar.İki günlük hafta sonu tatilinde Çınarcıkla beraberdik. İyiki bu iki gün hafta sonuymuş. Herşey geçen hafta Çarşamba günü, oğlum vücudunda gördüğümüz bir sürü kızarıklıkla başladı. Egzamadır herhalde ama bir doktora gösterelim dedik. Beyaz çocuk, olur böyle dediler. Doktorda kızarıklıklardansa öksürüğünün üzerinde durdu. Üst solunum yollarından pek iyi değil dedi. Kızarıklıklar için bir krem verdi, birde soğukalgınlığı ilaçları. Bizde kullandık ama oğlum Cuma akşamı hepten kötü oldu. İki saate bir ateşlendi. Sürekli ateş düşürücüler kullandık. Evde fellik fellik fitil aradım, bulamadım. Cumartesi günü yine doktora gittiğimizde oğlumuz meğer anjin olmuş. İlk defa küçük oğlum kan verdi. Sonuçları bol yıldızlı çıktı. Kan verirken ağlamayan oğluma hemşireler hayran kaldı. Birde o küçük kaba çişini yapsa, süper olacaktı ama aklına yatmadı küçüğümün. O kadar hastaydı ki, koşturmaca, kovalamaca, öldürmece, kovboyculuk hiçbirini oynamadı. Öylece yattı. Beraber şirinlerin aynı bölümünü 5 kere, Caillou yu on kere izledik. İki gün boyunca şuruplar ve su dışında bir şey yemedi. Bizse yesin diye her şeyi denedik. Önce patates ve sigara böreği kızarttım. Sonra meyve soyduk, kuruyemiş, aburcubur, hazır süt,kestane… Hepsini denedik. Bugün Çınar kendini daha iyi hissediyor. Sabah manyetik tabancasıyla beni hipnotize etti, bende ona portakallı kek yaptım :) Bu manyetik tabancayla beni esir alıyor, her istediğini yaptırıyor. Ah oğlum ah :) Bu akşam vermeyi planladığımız balıklı menü iptal oldu. Oysa çok özenmiştim. Kabak turşusu, kırmızı soğan turşusu, cibes, karışık salata ve kabak tatlısı hazırdı. Ama oğlum çok hasta. Yemek işi anneme kaldı. Bu akşam onda ziyafet var. Biz Çınarcık iyi olursa gideceğiz. Tatlıyı ve turşuları gönderdim. Biz olmasakta izimiz sofrada olsun :)
PORTAKALLI KEK
Malzemeler:
- Bir portakal kabuğu rendesi
- Bir portakalın suyu
- 3 yumurta
- 1,25 bardak toz şeker
- 2,5 bardak un
- 1 su bardağı sıvıyağ
- 1 kabartma tozu
- 1 su bardağı süt
- Üzeri için fındık kırığı
- Üzeri için kuru üzüm
Potkakal kabuğu rendesi, yumurta ve şekeri çırpıcıyla karıştırın. Üzerine sıvıyağ, un ve kabartma tozunu ekleyin. Sonra süt ve portakal suyunu. Çok koyu kıvamlı bir kek olmayacak. Kek kalıbınızı ya da tepsiyi yağlayıp, hamuru dökün. Üzerine bir avuç kuru üzüm ve fındık kırığı sepeleyin. 170 derecede yarım saat pişirin. Güzel kokulu sarımsı turuncumsu bir kek oluyor.
Keki güzelce Çınar’ımla yaptık ama o yinede yemedi. Hastalığına dayanamıyorum. .. Çok öksürüyor. Biliyorum aslında güçlenecek, bu da yaşamın aşamalarından biri ama, onun inleyerek uyumasına, bir şeyler yememesine, ateşten dudaklarının çatlamasına tahammülüm yok. Belki bu ortak bir sınavdır. Yani onun olduğu kadar benimde. Bir tek benim mi çocuğum var dünyada? Bir tek benim çocuğum mu hasta? Ayrıca ne hastalıklar var, millet neler çekiyor? Ben bir anjinle yamuldum, moralim düştü. Allah böyle düşündüğüm için günah yazacak. Verdiği hastalığa isyan ettiğimi düşünecek. İsyanım aslında ona değil. Tecrübe etmem gerekeni yaşadığıma inanırım. Yaşamdan ya da hastalıklardan, kötülüklerden bodoslama korumak, çocuğa hayatı yaşatmamak demek değil mi? Hayat dualiteyle dolu. Sağlık kadar hastalıkta var. Vücudundaki mikroplarla, yüksek ateşle savaşırken, ilaç içme çabasına hayranım çocuğumun. Ama onun yanında olup bir portakal yedirememekte deli ediyor adamı. Tek başına dövüşmek istiyor o mikrop kümesiyle. Bir iç savaşı var. İsteseniz de müdahale edemiyorsunuz. “Uzak dur çocuğumdan, seni bir daha burada görmeyim!!!” diye kovulmuyor streptokoklar. Lütfen yazdıklarımı okuyup, pimpirikli anne olduğumu düşünmeyin. Çünkü değilim. Çocuğumda ilk defa hasta olmuyor. Ama merak ediyorum neden böyle düşündüğümü. İçimdeki annelik çok buruluyor bu duruma. Solgun evladımı görmeye dayanamıyorum. Babasıyla birlikte yatağının altında yanan bir ateş aramasına gülüp geçemiyorum. İçimdeki annelikte, doğal bir şey. Doğa onu içime yerleştirmiş ve evladına sahip çık diye kurmuş beni. Evet, azıcık isyandayım. Canım sıkkın benim. Sanırım bunda iş yerinde izinlerin kaldırılmasınında etkisi büyük. Şöyle 2-3 gün izin alıp gönlümce bakamayacağım çocuğuma. Artık en az yedi gün izin alıyoruz. Bense yılın son haftasında kaç gün iznim kaldı, kaldımı bilmiyorum. Yeni yıldan sonra 20 gün izin hakkım olacak. Ama o, yeni yıldan sonra. Yarının Pazartesi olması beni gerdi. Bakalım yarın nasıl bir gün olacak? İnşallah hayırlara vesiye olur.
Bugün 26 Aralık 2010 Pazar.İki günlük hafta sonu tatilinde Çınarcıkla beraberdik. İyiki bu iki gün hafta sonuymuş. Herşey geçen hafta Çarşamba günü, oğlum vücudunda gördüğümüz bir sürü kızarıklıkla başladı. Egzamadır herhalde ama bir doktora gösterelim dedik. Beyaz çocuk, olur böyle dediler. Doktorda kızarıklıklardansa öksürüğünün üzerinde durdu. Üst solunum yollarından pek iyi değil dedi. Kızarıklıklar için bir krem verdi, birde soğukalgınlığı ilaçları. Bizde kullandık ama oğlum Cuma akşamı hepten kötü oldu. İki saate bir ateşlendi. Sürekli ateş düşürücüler kullandık. Evde fellik fellik fitil aradım, bulamadım. Cumartesi günü yine doktora gittiğimizde oğlumuz meğer anjin olmuş. İlk defa küçük oğlum kan verdi. Sonuçları bol yıldızlı çıktı. Kan verirken ağlamayan oğluma hemşireler hayran kaldı. Birde o küçük kaba çişini yapsa, süper olacaktı ama aklına yatmadı küçüğümün. O kadar hastaydı ki, koşturmaca, kovalamaca, öldürmece, kovboyculuk hiçbirini oynamadı. Öylece yattı. Beraber şirinlerin aynı bölümünü 5 kere, Caillou yu on kere izledik. İki gün boyunca şuruplar ve su dışında bir şey yemedi. Bizse yesin diye her şeyi denedik. Önce patates ve sigara böreği kızarttım. Sonra meyve soyduk, kuruyemiş, aburcubur, hazır süt,kestane… Hepsini denedik. Bugün Çınar kendini daha iyi hissediyor. Sabah manyetik tabancasıyla beni hipnotize etti, bende ona portakallı kek yaptım :) Bu manyetik tabancayla beni esir alıyor, her istediğini yaptırıyor. Ah oğlum ah :) Bu akşam vermeyi planladığımız balıklı menü iptal oldu. Oysa çok özenmiştim. Kabak turşusu, kırmızı soğan turşusu, cibes, karışık salata ve kabak tatlısı hazırdı. Ama oğlum çok hasta. Yemek işi anneme kaldı. Bu akşam onda ziyafet var. Biz Çınarcık iyi olursa gideceğiz. Tatlıyı ve turşuları gönderdim. Biz olmasakta izimiz sofrada olsun :)
PORTAKALLI KEK
Malzemeler:
- Bir portakal kabuğu rendesi
- Bir portakalın suyu
- 3 yumurta
- 1,25 bardak toz şeker
- 2,5 bardak un
- 1 su bardağı sıvıyağ
- 1 kabartma tozu
- 1 su bardağı süt
- Üzeri için fındık kırığı
- Üzeri için kuru üzüm
Potkakal kabuğu rendesi, yumurta ve şekeri çırpıcıyla karıştırın. Üzerine sıvıyağ, un ve kabartma tozunu ekleyin. Sonra süt ve portakal suyunu. Çok koyu kıvamlı bir kek olmayacak. Kek kalıbınızı ya da tepsiyi yağlayıp, hamuru dökün. Üzerine bir avuç kuru üzüm ve fındık kırığı sepeleyin. 170 derecede yarım saat pişirin. Güzel kokulu sarımsı turuncumsu bir kek oluyor.
Keki güzelce Çınar’ımla yaptık ama o yinede yemedi. Hastalığına dayanamıyorum. .. Çok öksürüyor. Biliyorum aslında güçlenecek, bu da yaşamın aşamalarından biri ama, onun inleyerek uyumasına, bir şeyler yememesine, ateşten dudaklarının çatlamasına tahammülüm yok. Belki bu ortak bir sınavdır. Yani onun olduğu kadar benimde. Bir tek benim mi çocuğum var dünyada? Bir tek benim çocuğum mu hasta? Ayrıca ne hastalıklar var, millet neler çekiyor? Ben bir anjinle yamuldum, moralim düştü. Allah böyle düşündüğüm için günah yazacak. Verdiği hastalığa isyan ettiğimi düşünecek. İsyanım aslında ona değil. Tecrübe etmem gerekeni yaşadığıma inanırım. Yaşamdan ya da hastalıklardan, kötülüklerden bodoslama korumak, çocuğa hayatı yaşatmamak demek değil mi? Hayat dualiteyle dolu. Sağlık kadar hastalıkta var. Vücudundaki mikroplarla, yüksek ateşle savaşırken, ilaç içme çabasına hayranım çocuğumun. Ama onun yanında olup bir portakal yedirememekte deli ediyor adamı. Tek başına dövüşmek istiyor o mikrop kümesiyle. Bir iç savaşı var. İsteseniz de müdahale edemiyorsunuz. “Uzak dur çocuğumdan, seni bir daha burada görmeyim!!!” diye kovulmuyor streptokoklar. Lütfen yazdıklarımı okuyup, pimpirikli anne olduğumu düşünmeyin. Çünkü değilim. Çocuğumda ilk defa hasta olmuyor. Ama merak ediyorum neden böyle düşündüğümü. İçimdeki annelik çok buruluyor bu duruma. Solgun evladımı görmeye dayanamıyorum. Babasıyla birlikte yatağının altında yanan bir ateş aramasına gülüp geçemiyorum. İçimdeki annelikte, doğal bir şey. Doğa onu içime yerleştirmiş ve evladına sahip çık diye kurmuş beni. Evet, azıcık isyandayım. Canım sıkkın benim. Sanırım bunda iş yerinde izinlerin kaldırılmasınında etkisi büyük. Şöyle 2-3 gün izin alıp gönlümce bakamayacağım çocuğuma. Artık en az yedi gün izin alıyoruz. Bense yılın son haftasında kaç gün iznim kaldı, kaldımı bilmiyorum. Yeni yıldan sonra 20 gün izin hakkım olacak. Ama o, yeni yıldan sonra. Yarının Pazartesi olması beni gerdi. Bakalım yarın nasıl bir gün olacak? İnşallah hayırlara vesiye olur.
23 Aralık 2010 Perşembe
Tahinli Un Kurabiyesi
Merhabalar,
Bugün annemin, Ege Mutfak Zirvesi'nde yarışmaya katıldığı kurabiyesinin tarifini veriyorum. Bu vesileyle hasretlilezzetler in kurabiye etkinliğinede katılıyorum. Bakalım 06 Ocak'ta listede neler olacak? :)
TAHİNLİ UN KURABİYESİ
Malzemeler:
- 1 Su bardağı tahin
- Yarım su bardağı sıvıyağ
- Yarım paket margarin
- 3,5 bardak un
- Kabartma tozu
- Bir su bardağı pudra şekeri
- Üzeri için yer fıstığı ya da badem
Tahin ve şekeri bir kapta karıştırın. Üzerine eritilmiş margarin ve sıvıyağı ekleyip karıştırın. Unu ve kabartma tozunu ekleyip yoğurun. Elinizle yuvarlak şekil verin. Üzerine elinizle şöyle bir bastırıp fellah köftesi gibi yapın. Renkli küçük kağıtlara koyarak tepsiye dizin. Çay tabağına bir yemek kaşığı tahin, bir tatlı kaşığı toz şekeri ekleyip karıştırın. Bulamaçtan kurabiyelerin çukur yerlerine koyun. Üzerlerine tuzsuz yer fıstığı ya da badem koyarak süsleyin. 170 derecede 20 dakikada pişiyor. Beyaz bir kurabiye oluyor. Bu kurabiyenin püf noktası soğutmasıdır. Fırındayken kurabiyeye ellerseniz dağılır. Pişmediğinide düşünebilirsiniz. Oysa 20 dakika kurabiye için ideal. Kendi tepsisinde soğusun, ardından servis tabağına alın. Afiyet olsun.
Bugün annemin, Ege Mutfak Zirvesi'nde yarışmaya katıldığı kurabiyesinin tarifini veriyorum. Bu vesileyle hasretlilezzetler in kurabiye etkinliğinede katılıyorum. Bakalım 06 Ocak'ta listede neler olacak? :)
TAHİNLİ UN KURABİYESİ
Malzemeler:
- 1 Su bardağı tahin
- Yarım su bardağı sıvıyağ
- Yarım paket margarin
- 3,5 bardak un
- Kabartma tozu
- Bir su bardağı pudra şekeri
- Üzeri için yer fıstığı ya da badem
Tahin ve şekeri bir kapta karıştırın. Üzerine eritilmiş margarin ve sıvıyağı ekleyip karıştırın. Unu ve kabartma tozunu ekleyip yoğurun. Elinizle yuvarlak şekil verin. Üzerine elinizle şöyle bir bastırıp fellah köftesi gibi yapın. Renkli küçük kağıtlara koyarak tepsiye dizin. Çay tabağına bir yemek kaşığı tahin, bir tatlı kaşığı toz şekeri ekleyip karıştırın. Bulamaçtan kurabiyelerin çukur yerlerine koyun. Üzerlerine tuzsuz yer fıstığı ya da badem koyarak süsleyin. 170 derecede 20 dakikada pişiyor. Beyaz bir kurabiye oluyor. Bu kurabiyenin püf noktası soğutmasıdır. Fırındayken kurabiyeye ellerseniz dağılır. Pişmediğinide düşünebilirsiniz. Oysa 20 dakika kurabiye için ideal. Kendi tepsisinde soğusun, ardından servis tabağına alın. Afiyet olsun.
Mısırlı Biberli Çorba
Merhabalar,
Havaların soğumaya başladığı şu günlerde aklımda çorba tarifleriyle cebelleşiyorum. Yoğurtlu çorba artık içmek istemiyorum. Domates çorbasını Çınar asitli bulduğu için içmiyor. Onun sevdiği şehriye çorbasını, ben hiç sevmiyorum. Brokoli çorbasına eşim ve ben bayılıyoruz, Çınar içmiyor. Mercimek çorbasını eşim sevmiyor. İçimdeki matematikçi kesişim kümesi arayadursun ben yemek kitabı karıştırmaya başladım. En sonunda Oktay Usta’nın bu tarifinde karar kıldım. Evdeki herkes kırmızı kapya biberi ve mısır sever. Çorbayı yaptım, benden süper not almadı. Ama evdekiler sevdi. Özellikle üzerine kıyılmış maydonoz sepeleyince görsel açıdan iyi oldu. Olmazsa olmaz bir çorba değil. Sadece yenilik isteyenlere ya da çeşit arayanlara değişik bir çeşit. Hani şöyle yeri doldurulamaz bir ezogelin değil mesela. Neden ben ezogelin yapmadım? Unutmuşum.
MISIRLI BİBERLİ ÇORBA
Malzemeler
- 1 kase tatlı mısır
- 1 kuru soğan
- 1 kapya biberi
- 2 yemek kaşığı un
- Sıvıyağ
- Üzeri için kıyılmış taze madonoz
Kuru soğanı incecik doğrayıp, sıvıyağda kavurun. Sonra küp küp doğranmış biberleri ve mısırları ekleyip kavurmaya devam edin. Hepsi topluca kavrulunca içine un ilave edin. Ardından soğuk su ekleyin. Biberler pişince çorba olmuş demektir. Servis esnasında kıyılmış maydonoz koyarak servis yapın. Böylelikle canlı üç renkli bir çorba oluyor. Afiyet olsun.
21 Aralık 2010 Salı
Limon Kabuğu Şekerlemesi ve Limonata
Merhabalar,
Bugün sizlere dokuzuncubulut dan Aslı Hanım’ın yine denediğim bir tarifini vermek istiyorum. Aslında sitesinden sizlerde değişik yemek tarifleri deneyebilirsiniz. Bana ağız tadı olarak yakın geliyor. Daha tarifi okurken nasıl bir lezzet olacağını hayal ediyorum ve hayalimle, olan örtüşüyor. Bunu en iyi kabak turşusunda anladım. Aşağıda yeni çektiğim bir kavanoz resmini görüyorsunuz.
Kaç günde olacağını bilmiyorum ama şimdiden güzel kokuyor. Dilimlenmiş soğan çok hoş bir koku bırakmış turşuya. Hafta sonu için ananemleri yemeğe almayı planlıyorum. O zaman şöyle bir balık sofrası mı kursam? Hem de yeni fırınımla :) Dün Migros’tan kırmızı soğanda aldım. Kırmızı soğan turşusuda deneyeceğim. Bu durumun olumsuz yani şu: hep kırmızı şeyler ve turşularla doldu dolap. Kırmızı lahana, pancar ve kırmızı soğan (daha yok, olacak) turşusu. Birde kabak turşum var. Biraz değişik şeyler yapmalıyım. Fikri olan balık sofrasına değişik meze ve salata söylesin. Birde pilav yapmak istemiyorum. Balığın yanına makarnayıda çok yakıştırmıyorum. Ekşili bir patates salatası mı yapsam? Ya da soft, daha nötr bir tada sahip başka bir şey… Ama ne bulamıyorum. Değişik ekmekler mi yapsam?
Neyse… Gelelim limon kabuğu şekerlemelerine. Bu tarif yine banko bir tarif ve bir kilo limondan harikalar yaratabiliyorsunuz. Tarif Aslı Hanım'dan.
LİMON KABUĞU ŞEKERLEMESİ
Malzemeler:
- 8 adet limon
- Toz şeker
Limonların kabuklarını soyun. Bıçakla, beyazını almamaya çalışarak soyabilirsiniz. Geçen hafta, Figen’le , İkea’dan Spritta süsleme seti aldık. Ben oradaki portakal kabuğu soyucusuyla, şekilli soydum. Bu şekerlemeleri şeritler halinde kullanmayı planlıyorum. Sizde robotta çekerek kırpıntı halinde de kullanabilirsiniz. Doğradığınız limon kabuklarını bir gece suda bekletin.
Süzüp tencerede bir taşım suyla kaynatın. Süzüp süzüp iki defa daha kaynatın. Toplamda üç kere kaynatmak gerekiyor. Bu şekilde limon kabuklarının acılığını almış oluyorsunuz. Ardından küçük kavanozlara en alta önce şeker, sonra limon kabuğu, şeker, limon kabuğu olacak şekilde sıra sıra yerleştirin. En üste yine toz şeker dökün. Buzdolabında saklayın.
Bu şekerlemeleri yaparken artan, limonlu kaynayan sulara çok acıdım. Onları ayrı bir tencerede topladım. Yani bir gece limon kabuğunda beklemiş olan suyu ve kaynama sularını birleştirdim ve yarım su bardağı şekerle bir taşım kaynattım. İçine de yarım limon suyu sıktım. Çok hoş içimli ve süpper renkli bir limonata oldu. Bu tarifin bu yönünü hepten sevdim. Çünkü bir kg limondan hem şekerleme, hem limonata yaıyorsunuz, üzerine hafta içinde kullanmak için kel kel (beyaz) limonlar yanınıza kalıyor. Ne bereketli bir tarif.
Not: Limon ve portakal şekerlemesi yapmanın doğru yolu, bu şekilde kaynatarak acılığını almaktır. Yurt dışında, sırf meyve ve kabuk şekerlemesi yapan üreticiler, kostikte bekleterek acılığını alıyorlar. Türkiye'deyse bazı küçük firmalar hala kaynatma yöntemiyle üretim yapıp, ihracatçılara sitem ediyorlarmış. Bunu kaynat, dök zor oluyor. Bize üretim planını daha önce verin diye. İhracatçı, tabiiki kostikli kestirme yolu söylemiyor, doğal üretim devam etsin diye.
20 Aralık 2010 Pazartesi
Sarımsaklı Ekmek
Bu hafta sarımsakla ilgili işler yaptım. Beraber çalıştığım insanlardan biri İngiltere’de marketlerde sarımsaklı ekmeği dondurulmuş olarak satıldığını söyledi. Ne ilginç değil mi? Zenginlikle fakirlik arasındaki fark herhalde bu. Bizim evde böyle şeyler bayat ekmek değerlendirme yöntemidir. İngiltere’deyse bu başlı başına bir ürün. Cumartesi sabahı kahvaltı için bende bunu düşündüm. Evdeki dilimli çavdar ekmeklerinden harikalar çıktı.
SARIMSAKLI EKMEK
Malzemeler
- Dilimli ekmek (ben çavdar kulandım)
- 1 diş sarımsak
- 1 yumurta
- Rendelenmiş kaşar
- Sızma zeytinyağı
- Kekik
- Yağlı kağıt
Fırın tepsisine yağlı kağıt serin, üzerine ekmek dilimlerini dizin. Yarısının üzerine zeytinyağı gezdirip, kaşıkla yayın. Sarımsağı kesip ekmeklere sürün. Sonra küçük sarımsak rendesinde rendeleyip kaşarlarla karıştıralım. Ekmeklerin üzerine koyun. Kekik ve tuz sepeleyin. Yumuşak ekmek seven varsa: aynı tarifi zeytinyağı yerine bir çırpılmış yumurta sürerek deneyin. Ben tepsinin yarısını yumurtalı, yarısını zeytinyağlı yaptım. Güzel oldu. Afiyet olsun.
SARIMSAKLI EKMEK
Malzemeler
- Dilimli ekmek (ben çavdar kulandım)
- 1 diş sarımsak
- 1 yumurta
- Rendelenmiş kaşar
- Sızma zeytinyağı
- Kekik
- Yağlı kağıt
Fırın tepsisine yağlı kağıt serin, üzerine ekmek dilimlerini dizin. Yarısının üzerine zeytinyağı gezdirip, kaşıkla yayın. Sarımsağı kesip ekmeklere sürün. Sonra küçük sarımsak rendesinde rendeleyip kaşarlarla karıştıralım. Ekmeklerin üzerine koyun. Kekik ve tuz sepeleyin. Yumuşak ekmek seven varsa: aynı tarifi zeytinyağı yerine bir çırpılmış yumurta sürerek deneyin. Ben tepsinin yarısını yumurtalı, yarısını zeytinyağlı yaptım. Güzel oldu. Afiyet olsun.
Havuçlu Kahvaltılık
Pazar günü ananemler geldi ve dayımlar bizi kahvaltıya çağırdılar. Güzel bir Pazar kahvaltısı yaptık. Benim aklıma ananemin Konya’dayken bize hazırladığı, peynirli-havuçlu çemen geldi. Sabah kalkar kalkmaz onu hazırladım. Sofraya mısır ekmeği ve havuçlu çemenle gelip, ananemi şaşırtmak istemiştim. Ama öyle olmadı. Aklımda peynirle yapıldığı kalmış. Hafıza kaybında son nokta: tarif yine başka türlüymüş :) Yinede benimkisi fena olmadı. Sabah kahvaltısında beğenildi. Bende yayımlayım dedim. Besleyici, güzel bir kahvaltılık. Peynir yemeyen çocuklar içinde değişik bir alternatif.
HAVUÇLU KAHVALTILIK
Malzemeler:
- Yarım kilo rendelenmiş havuç
- Yarım bağ maydonoz
- 350 gr kadar taze beyaz peynir
- Kimyon, kişniş, sumak gibi baharatlar
- Kurutulmuş maydonoz, fesleğen, nane gibi yeşil baharatlar
- Bir diş rendelenmiş sarımsak
Rendelenmiş havucu az yağda üzerine yarım su bardağı su ekleyerek pişirin. Bir karıştırma kabına alıp, üzerine peynir, sarımsak ve baharatları ilave edin. Hepsini elinizle yoğurarak karıştırın. Baharatlarla kokusu çok güzel oluyor. Hafta içi ekmek arasına sürüp, işe götürebilirsiniz. Sarımsaktan çok korkuyorsanız, hafta sonu yiyin :)
Not: Orjinal tarifte süzme yoğurt varmış. Ananem bize yoğurt yedirmek için bunu yapıyormuş. Sabah kahvaltıda Figenciğe getirdim, beğendi, yarında yiyeceğiz.
HAVUÇLU KAHVALTILIK
Malzemeler:
- Yarım kilo rendelenmiş havuç
- Yarım bağ maydonoz
- 350 gr kadar taze beyaz peynir
- Kimyon, kişniş, sumak gibi baharatlar
- Kurutulmuş maydonoz, fesleğen, nane gibi yeşil baharatlar
- Bir diş rendelenmiş sarımsak
Rendelenmiş havucu az yağda üzerine yarım su bardağı su ekleyerek pişirin. Bir karıştırma kabına alıp, üzerine peynir, sarımsak ve baharatları ilave edin. Hepsini elinizle yoğurarak karıştırın. Baharatlarla kokusu çok güzel oluyor. Hafta içi ekmek arasına sürüp, işe götürebilirsiniz. Sarımsaktan çok korkuyorsanız, hafta sonu yiyin :)
Not: Orjinal tarifte süzme yoğurt varmış. Ananem bize yoğurt yedirmek için bunu yapıyormuş. Sabah kahvaltıda Figenciğe getirdim, beğendi, yarında yiyeceğiz.
19 Aralık 2010 Pazar
2. Ege Mutfak Zirvesi
Merhabalar,
18 Aralık 2010 lütfen tarihe geçsin. Bugün oğlumun ilk veli toplantısına katıldık ve her şey çok güzeldi. Bir sürü etkinlik yapmışlar. Öğretmeni Yelda Hanım, bize çocukların yaptığı yaka iğnelerini takdim etti. Hemen alıp yakama taktım. Canım oğlumun ilk emeği geçen hediyesine kavuşmuş oldum. Hemde güzel bir yaka iğnesi olmuş. Takmayı düşünüyorum açıkçası. Öyle bir yerde saklayıp, unutup gitmek istemiyorum. Hayatımın bir parçasına dahil etmek istiyorum. Çocukların danslarını, şarkılarını, yaptıklarını izledikten sonra öğretmenlerle konuştuk. Verimli, etkili bir toplantıydı. Çınar’ın okulda kalma saatlerini arttırmayı düşünüyoruz. Anaokulundan çıktıktan sonra, apar topar annemin katıldığı yarışma olan Ege Mutfak Zirvesi’ne yetiştik. Annem her ne kadar heyecanlı değilim dese de heyecanlıydı. Yaptığı tahinli un kurabiyesi enfes görünüyordu.
Fuar 4. Holdeki etkinlik ten aşağıda fotograflar görüyorsunuz.
Beni en çok etkileyen standlar, Seferihisar Belediyesi, Kılıç Balıkçılık ve 4TP Şarapçılık oldu. Genelde gelenler, Egesini börek ve Gönen Kahve’nin önünde uzun kuyruklar oluşturdu. Kahve içmeyi sevmediğim için Gönen Kahve hiç ilgimi çekmedi. Ailemde de kimse kahveyi sevmediğinden onlarda ilgilenmediler. Yazgan Şarapçılıkta, tadım vardı. Etrafta bırakılmış, plastik bardaklarda şaraplar gördüm. 4 TP Şarapçılıkta cam kadehlerde ikram yapılıyordu ve güleç görevliler uzun uzun ürünlerini tanıtıyorlar. Yazgan beklide uzun zamandır piyasada olduğu için, önemsememiş olabilir. 4TP Şarapçılık yeni olduğu için daha enerjik. Önce rose denedim. Asidi biraz yüksek geldi, azıcık boğazımı yaktı. Shriaz ‘sa oldukça güzel bir renge sahip, aromatik, hoş içimli bir şaraptı. Bir bayan olarak klasik: “dömisek şarabınız var mı ?“diye sordum. Şimdilik yokmuş. Yapmışlar ama dinlendiriyorlarmış. Seneye market raflarında olur dediler. Genelde misket üzümünden (İzmirliyiz ne de olsa), dömisek şaraplar alıyorum. Ya da hafif içimli, kokteyl tarzı, aromalı şeyler hoşuma gidiyor. Yanında meyve ya da kuruyemişle güzel bir sunu oluyor. Seferihisar Belediyesi, geçtiğimiz haftalarda “mandalina şenliği” yapmış. EGE'DEN TARİFLER ‘in blogunda bu haberi okuduğumda etkinlik çok hoşuma gitmişti. Mandalinalı tatlıları, hediyelik eşyaları falan merak etmiştim. Standını görünce çok sevindim ve bize sarma aldım. Standdaki tüm yiyecekler enfes görünüyordu. Sarmalar küçük küçük, kılçıksız yapraktan, bol zeytinyağlı ve pişkindi. Kısaca: tam ağzıma göre. Yapan teyzeleri tebrik etmeye gittiğimde, her şeyi kendi bahçelerinde ürettiklerini söylediler. Sarmada kullandıkları kırmızı biber bile bahçelerindenmiş. Pırasalı böreği teyze çok tavsiye etti, ama bende yiyecek yer kalmamıştı. Bütün bunlar devam ederken, yarışma sonlandı, jüri kararını açıkladı: annem elendi. İlk üçe giren herkes tuzluydu. Hamurişlerinde tatlı birşey seçilmedi. Ekonomi Üniversitesi öğrencileriden 6-7 kişi dereceye girdi. Kazanan kazanmayan tüm katılımcılar, oradan memnun ayrıldılar. Pehlivanoğlu’ndan teselli paketimizi alıp oradan ayrıldık. Güzel bir anı olarak bugün yanımıza kar kaldı. Annem ilk defa bir yarışmaya katılmış oldu. Altı saat boyunca Yeniasır TV’de canlı olarak yayınlanan etkinliği İstanbul’da yaşayan kardeşim, internetten canlı canlı izlemiş. Bizde el salladık, öpücük attık ona :)
Annemden ayrıntıları alıp yarın kurabiyesinin tarifini yayınlamak istiyorum. Yarışmayı kazanmasa da bu tarif oldukça lezzetli ve banko. Akşam eve geldiğimizde hepimiz yorgunduk, biraz dinlendikten sonra Migros’a gidip bir şeyler aldım. Aklımda hep dokuzuncubulut ‘dan Aslı Hanım’ın kabak turşusunu yapmak vardı. Önce tarifteki kavanozdan aldım. Ardından kabak, dereotu, kişniş vb. diye giderken elma sirkesi almayı unutmuşum. Eve geldiğimde bir baktım, tarifin sadece ilk sayfasını yazıcıdan bastırmışım. Biliyorum biliyorum…. Bu kaçıncı diyeceksiniz. Ama ne yapayım. Vallaha bu aralar hafızam bir balığınkinden farklı değil. Şimdi boşluklarını kendi tamamladığım kabak turşusu tarifini veriyorum.
KABAK TURŞUSU
Malzemeler:
- 2 adet ince doğranmış kabak
- 2 diş sarımdak
- 4 nohut
- Yarım bağ dereotu
- 1 kuru soğan
- Bir parça kereviz sapı
- Kişniş
- 1 su bardağı üzüm sirkesi
- Yarım limon suyu
- 1 yemek kaşığı tuz
- Yarım su bardağı su
İnce doğranmış kabakları ve haka soğanları aralarına sarımsak, nohut, dereotu ve kişniş koyarak kavanoza yerleştirin. Üzerine sirke, su,tuz ve limon suyundan oluşan salamurayı dökün, bekleyin. Üzüm sirkesi kullandığım için rengi daha koyu oldu. Elma sirkesi bence bu tarif için gerçekten ideal. Neye niyet neye kısmet. Aslı Hanım’dan özendiğim tarif, benim zorunluluktan uydurmamla bütünleşti. İki hafta sonra yazarım. İnşallah güzel olur. Yarın görüşürüz.
18 Aralık 2010 lütfen tarihe geçsin. Bugün oğlumun ilk veli toplantısına katıldık ve her şey çok güzeldi. Bir sürü etkinlik yapmışlar. Öğretmeni Yelda Hanım, bize çocukların yaptığı yaka iğnelerini takdim etti. Hemen alıp yakama taktım. Canım oğlumun ilk emeği geçen hediyesine kavuşmuş oldum. Hemde güzel bir yaka iğnesi olmuş. Takmayı düşünüyorum açıkçası. Öyle bir yerde saklayıp, unutup gitmek istemiyorum. Hayatımın bir parçasına dahil etmek istiyorum. Çocukların danslarını, şarkılarını, yaptıklarını izledikten sonra öğretmenlerle konuştuk. Verimli, etkili bir toplantıydı. Çınar’ın okulda kalma saatlerini arttırmayı düşünüyoruz. Anaokulundan çıktıktan sonra, apar topar annemin katıldığı yarışma olan Ege Mutfak Zirvesi’ne yetiştik. Annem her ne kadar heyecanlı değilim dese de heyecanlıydı. Yaptığı tahinli un kurabiyesi enfes görünüyordu.
Fuar 4. Holdeki etkinlik ten aşağıda fotograflar görüyorsunuz.
Beni en çok etkileyen standlar, Seferihisar Belediyesi, Kılıç Balıkçılık ve 4TP Şarapçılık oldu. Genelde gelenler, Egesini börek ve Gönen Kahve’nin önünde uzun kuyruklar oluşturdu. Kahve içmeyi sevmediğim için Gönen Kahve hiç ilgimi çekmedi. Ailemde de kimse kahveyi sevmediğinden onlarda ilgilenmediler. Yazgan Şarapçılıkta, tadım vardı. Etrafta bırakılmış, plastik bardaklarda şaraplar gördüm. 4 TP Şarapçılıkta cam kadehlerde ikram yapılıyordu ve güleç görevliler uzun uzun ürünlerini tanıtıyorlar. Yazgan beklide uzun zamandır piyasada olduğu için, önemsememiş olabilir. 4TP Şarapçılık yeni olduğu için daha enerjik. Önce rose denedim. Asidi biraz yüksek geldi, azıcık boğazımı yaktı. Shriaz ‘sa oldukça güzel bir renge sahip, aromatik, hoş içimli bir şaraptı. Bir bayan olarak klasik: “dömisek şarabınız var mı ?“diye sordum. Şimdilik yokmuş. Yapmışlar ama dinlendiriyorlarmış. Seneye market raflarında olur dediler. Genelde misket üzümünden (İzmirliyiz ne de olsa), dömisek şaraplar alıyorum. Ya da hafif içimli, kokteyl tarzı, aromalı şeyler hoşuma gidiyor. Yanında meyve ya da kuruyemişle güzel bir sunu oluyor. Seferihisar Belediyesi, geçtiğimiz haftalarda “mandalina şenliği” yapmış. EGE'DEN TARİFLER ‘in blogunda bu haberi okuduğumda etkinlik çok hoşuma gitmişti. Mandalinalı tatlıları, hediyelik eşyaları falan merak etmiştim. Standını görünce çok sevindim ve bize sarma aldım. Standdaki tüm yiyecekler enfes görünüyordu. Sarmalar küçük küçük, kılçıksız yapraktan, bol zeytinyağlı ve pişkindi. Kısaca: tam ağzıma göre. Yapan teyzeleri tebrik etmeye gittiğimde, her şeyi kendi bahçelerinde ürettiklerini söylediler. Sarmada kullandıkları kırmızı biber bile bahçelerindenmiş. Pırasalı böreği teyze çok tavsiye etti, ama bende yiyecek yer kalmamıştı. Bütün bunlar devam ederken, yarışma sonlandı, jüri kararını açıkladı: annem elendi. İlk üçe giren herkes tuzluydu. Hamurişlerinde tatlı birşey seçilmedi. Ekonomi Üniversitesi öğrencileriden 6-7 kişi dereceye girdi. Kazanan kazanmayan tüm katılımcılar, oradan memnun ayrıldılar. Pehlivanoğlu’ndan teselli paketimizi alıp oradan ayrıldık. Güzel bir anı olarak bugün yanımıza kar kaldı. Annem ilk defa bir yarışmaya katılmış oldu. Altı saat boyunca Yeniasır TV’de canlı olarak yayınlanan etkinliği İstanbul’da yaşayan kardeşim, internetten canlı canlı izlemiş. Bizde el salladık, öpücük attık ona :)
Annemden ayrıntıları alıp yarın kurabiyesinin tarifini yayınlamak istiyorum. Yarışmayı kazanmasa da bu tarif oldukça lezzetli ve banko. Akşam eve geldiğimizde hepimiz yorgunduk, biraz dinlendikten sonra Migros’a gidip bir şeyler aldım. Aklımda hep dokuzuncubulut ‘dan Aslı Hanım’ın kabak turşusunu yapmak vardı. Önce tarifteki kavanozdan aldım. Ardından kabak, dereotu, kişniş vb. diye giderken elma sirkesi almayı unutmuşum. Eve geldiğimde bir baktım, tarifin sadece ilk sayfasını yazıcıdan bastırmışım. Biliyorum biliyorum…. Bu kaçıncı diyeceksiniz. Ama ne yapayım. Vallaha bu aralar hafızam bir balığınkinden farklı değil. Şimdi boşluklarını kendi tamamladığım kabak turşusu tarifini veriyorum.
KABAK TURŞUSU
Malzemeler:
- 2 adet ince doğranmış kabak
- 2 diş sarımdak
- 4 nohut
- Yarım bağ dereotu
- 1 kuru soğan
- Bir parça kereviz sapı
- Kişniş
- 1 su bardağı üzüm sirkesi
- Yarım limon suyu
- 1 yemek kaşığı tuz
- Yarım su bardağı su
İnce doğranmış kabakları ve haka soğanları aralarına sarımsak, nohut, dereotu ve kişniş koyarak kavanoza yerleştirin. Üzerine sirke, su,tuz ve limon suyundan oluşan salamurayı dökün, bekleyin. Üzüm sirkesi kullandığım için rengi daha koyu oldu. Elma sirkesi bence bu tarif için gerçekten ideal. Neye niyet neye kısmet. Aslı Hanım’dan özendiğim tarif, benim zorunluluktan uydurmamla bütünleşti. İki hafta sonra yazarım. İnşallah güzel olur. Yarın görüşürüz.
16 Aralık 2010 Perşembe
Kazancı Yokuşu- Ferhan Şensoy
Merhabalar,
Evlendiğimiz zaman eşimle bir kitaplık almıştık. Eski evindeki kitapları getirdi bir güzel dizdi. Benim evden getirip dizdiğim karikatür kitaplarının yanına Brecht, Samuel Beckett ve Ferhan Şensoy serileri sıralandı. Hala karikatür bakmayı çok severim. Behiç Ak,Piyale Madra ve Semih Balcıoğlu’nun kalın ve geniş kitaplarının yanında genelde koyu renkli,tekdüze, içini açıp şöyle bir bakmak istediğinizde bir satırın bazen bir sayfayı kapladığını gördüğüm İlker’in kitapları yer aldı. Bir ara şöyle bir bakayım dedim ama içim sıkıldı, anlamadım. Anlamadıkça sıkıldım, paradoks oldu. Şimdi yavaş yavaş onun raflarında gezinmeye başladım. Ferhan Şensoy kitaplarını o kadar sevdim ki artık alınan kitapları ondan önce ben okuyorum. Hacı Komünist bu yıl okuduğum en güzel gezi kitabıydı. Tamamen yalın, doğal ve ilginçti.
Yazarın, Kazancı Yokuşu kitabını yeni bitirdim. Şu anda da Seçme Sapan Şeyler’i ni okuyorum. Kazancı Yokuşu’da, Seçme Sapan Şeyler’de şiir kitabı değil, kafiyeli değiller ama ahenk var. O ahenk insanı alıp götürüyor. Kazancı Yokuşu’nda, bir mahalledeki insanların yalın hayatından kesitler var. Bakkalıyla, kapıcısıyla, apartman sakiniyle yaşamı ve düşünce biçimi (hem ukalalığı hem cin fikri) ortaya seriliyor. Yazım dili tamamen onların ağzından. Örneğin, kapıcı Ali İhsan – aliiksan, ya da Melek Abla – Melegabla gibi :) Günlük hayatta kullanılan tüm argolarda olanca çıplaklığıyla, cuk yerinde kullanılarak yazılmış. Artık Ferhan Şensoy okumayı çok seviyorum.
Değişik Bir Gün
Merhabalar,
Bu sabah erken kalkıp oğlumu annemlere bıraktık. Önce evde evrak çantamı, ardından iş yerine getireceğim kurabiyeleri, anneme bırakacağım limonatayı unuttum. Ne yapacağım ben? "Aslı omega3 eksikliği başladı sende :) daha fazla balık yemelisin" dediğinizi duyar gibiyim. Ah sevgili okuyucu, keşke balık yemek kadar kolay olsaydı hayat. Çalışan annelerin aklında zorunlu olarak kırk tilki geziyor. İş yerinden, bu günkü görev yerlerime doğru yola çıktım ve arada eve uğrayıp herşeyi hallettim. Öğlen eşimle Aliağa'da yemek yedik. Böyle molalar, küçük kaçamaklar gibi güzel oluyor. İkimizinde işi stresli, sıkıntılı. Kaosun ortasında yarım saat beraber yemek yemek rahatlatıyor bizi.Bazen evde iş yerini düşünmemek için mutfakla ilgilenirim. İş yerinde en sıkıntılı olduğum zamanlar benim mutfakta en yaratıcı olduğum dönemlerdir. İlk işe başladığım zamanlarsa temizlik yapıyordum. İş yerinde birine mi sıkıldım, ya da hak etmediğim bir şey mi geldi başıma; o akşam hemen halı silerdim. Bir süre sonra halılar bitti bende duvar silmeye başladım. Artık o işleri temizliğe bana yardım eden Ayşe bakıyor. Bende günün olumsuzluğunu aileme lezzetli ve güzel birşeyler pişirerek çıkartıyorum. İş yerinde yeni bir sisteme geçtik. Herkes için farklı bir dönem olacak. Bakalım ilerleyen günlerde fıydıracakmıyım, döktürecekniyim? Zaman gösterecek... Yarın görüşürüz.
Bu sabah erken kalkıp oğlumu annemlere bıraktık. Önce evde evrak çantamı, ardından iş yerine getireceğim kurabiyeleri, anneme bırakacağım limonatayı unuttum. Ne yapacağım ben? "Aslı omega3 eksikliği başladı sende :) daha fazla balık yemelisin" dediğinizi duyar gibiyim. Ah sevgili okuyucu, keşke balık yemek kadar kolay olsaydı hayat. Çalışan annelerin aklında zorunlu olarak kırk tilki geziyor. İş yerinden, bu günkü görev yerlerime doğru yola çıktım ve arada eve uğrayıp herşeyi hallettim. Öğlen eşimle Aliağa'da yemek yedik. Böyle molalar, küçük kaçamaklar gibi güzel oluyor. İkimizinde işi stresli, sıkıntılı. Kaosun ortasında yarım saat beraber yemek yemek rahatlatıyor bizi.Bazen evde iş yerini düşünmemek için mutfakla ilgilenirim. İş yerinde en sıkıntılı olduğum zamanlar benim mutfakta en yaratıcı olduğum dönemlerdir. İlk işe başladığım zamanlarsa temizlik yapıyordum. İş yerinde birine mi sıkıldım, ya da hak etmediğim bir şey mi geldi başıma; o akşam hemen halı silerdim. Bir süre sonra halılar bitti bende duvar silmeye başladım. Artık o işleri temizliğe bana yardım eden Ayşe bakıyor. Bende günün olumsuzluğunu aileme lezzetli ve güzel birşeyler pişirerek çıkartıyorum. İş yerinde yeni bir sisteme geçtik. Herkes için farklı bir dönem olacak. Bakalım ilerleyen günlerde fıydıracakmıyım, döktürecekniyim? Zaman gösterecek... Yarın görüşürüz.
15 Aralık 2010 Çarşamba
Kereviz Çorbası
Akçay’da bayram tatilindeyken Oktay Usta’nın kitabından aldığım bir diğer tarif te bu. Orijinal tarifte havuç yok. Ben renk versin diye koydum. Fikir bir öğlen yemeğinde Figen, Ozan ve ben yemek yerken Eliaçık Lokantası’nın şefinin bize kereviz çorbası tavsiye etmesiyle başladı. O zaman çok beğenmiştim. Ayrıca başka bloglarda da elmalı kereviz çorbası gibi tarifler gördüm. Denemek istedim.
KEREVİZ ÇORBASI
Malzemeler
- Bir küçük kereviz
- Bir soğan
- İki diş sarımsak
- İki yemek kaşığı un
- Küçük bir havuç
- Sıvıyağ
- Tuz, karabiber
Soğanı ve sarımsakları ince ince doğrayın. Sıvıyağı tencereye koyup, soğan ve sarımsağı azıcık kavurun. Ardından küp küp doğranmış kerevizleri ve küçük halka havuçları ekleyip kavurmaya devam edin. Lezzet bileşenleri oluşmaya başlayınca üzerine un ekleyip kavurmaya devam edin. Unun kokusu biraz çıkınca su ilave edin. Çorbadaki sebzeler piştiğinde olmuş demektir. Tuz ve biberini kontrol edip, yanında limonla servis yapın.
KEREVİZ ÇORBASI
Malzemeler
- Bir küçük kereviz
- Bir soğan
- İki diş sarımsak
- İki yemek kaşığı un
- Küçük bir havuç
- Sıvıyağ
- Tuz, karabiber
Soğanı ve sarımsakları ince ince doğrayın. Sıvıyağı tencereye koyup, soğan ve sarımsağı azıcık kavurun. Ardından küp küp doğranmış kerevizleri ve küçük halka havuçları ekleyip kavurmaya devam edin. Lezzet bileşenleri oluşmaya başlayınca üzerine un ekleyip kavurmaya devam edin. Unun kokusu biraz çıkınca su ilave edin. Çorbadaki sebzeler piştiğinde olmuş demektir. Tuz ve biberini kontrol edip, yanında limonla servis yapın.
13 Aralık 2010 Pazartesi
Barış'tan Hamsi Ançuez (Rakının bağımlılık yapan arkadaşı)
Günaydın,
Çeşme'deyken Barışlarla güzel vakit geçirdik. Barış mutfağa oldukça meraklı. Daha önceleri ev ziyaretlerimizde değişik kokteyller hazırlardı. Barış, bana hamsi ançuez tarifi göndermiş. Hemen yayınlıyorum. Hatta, hazır sefere çıkmamışken bize bir güzellik yapsada hazırlasa :) Ben yardım ederim, güzel bir sofra hazırlayalım mı?
HAMSİ ANÇUEZ (Rakının bağımlılık yapan arkadaşı)
Malzemeler:
- Sınırsız hamsi
- Limon (Yarım kilo hamsiye 2 limon)
- Tuz
Sosun hazırlanması
- Bol zeytınyagı
– Sarmısak
– Sırke
– Limon
– Pulbıber
– Az tuz
Hamsilerin içleri temizlenir – kilciklari ayiklanir-icleri acilir. Daha sonra siyah su salmasi biteme kadar 4-5 su suda bekletilir.(Her bekletme 5 dk). Bol tuz ve limon ile marine edilir (yarim kilo hamsiye 2 limon suyu). Tuz ve limon içinde 20 dk ile 1 saat arası bekletilir (30 dk ıdeal). Sertleşen hamsiler daha sonra suda yıkanır ve süzülür.
Tabağa sostan bır mıktar yayılır. Bir kat hamsı dizilir. Üzerine bir kat sos ekleyip bir kat daha hamsi diye sıralayın. Kalan sosu üzerine boca edin.(Saklama kabında buzdolabında uzun süre bekletilebilir.)
Resimlere bakınca ağzınız sulandı mı? Benim burnuma kokusu geliyor :) Sadece hamsi değil aklımda canlandırdığım yanında olmasını istediğim herşeyin kokusu burnumun ucunda.
Çeşme'deyken Barışlarla güzel vakit geçirdik. Barış mutfağa oldukça meraklı. Daha önceleri ev ziyaretlerimizde değişik kokteyller hazırlardı. Barış, bana hamsi ançuez tarifi göndermiş. Hemen yayınlıyorum. Hatta, hazır sefere çıkmamışken bize bir güzellik yapsada hazırlasa :) Ben yardım ederim, güzel bir sofra hazırlayalım mı?
HAMSİ ANÇUEZ (Rakının bağımlılık yapan arkadaşı)
Malzemeler:
- Sınırsız hamsi
- Limon (Yarım kilo hamsiye 2 limon)
- Tuz
Sosun hazırlanması
- Bol zeytınyagı
– Sarmısak
– Sırke
– Limon
– Pulbıber
– Az tuz
Hamsilerin içleri temizlenir – kilciklari ayiklanir-icleri acilir. Daha sonra siyah su salmasi biteme kadar 4-5 su suda bekletilir.(Her bekletme 5 dk). Bol tuz ve limon ile marine edilir (yarim kilo hamsiye 2 limon suyu). Tuz ve limon içinde 20 dk ile 1 saat arası bekletilir (30 dk ıdeal). Sertleşen hamsiler daha sonra suda yıkanır ve süzülür.
Tabağa sostan bır mıktar yayılır. Bir kat hamsı dizilir. Üzerine bir kat sos ekleyip bir kat daha hamsi diye sıralayın. Kalan sosu üzerine boca edin.(Saklama kabında buzdolabında uzun süre bekletilebilir.)
Resimlere bakınca ağzınız sulandı mı? Benim burnuma kokusu geliyor :) Sadece hamsi değil aklımda canlandırdığım yanında olmasını istediğim herşeyin kokusu burnumun ucunda.
Çeşme - Ilıca Oteli
Merhabalar,
Güzel bir haftasonundan sonra İzmir'e döndük. Çeşme'ye giderken başlayan uğultulu rüzgar, İzmir'e kadar bizi takip etti ve şu anda karşımda karlı İzmir dağlarına bakıyorum. Cumartesi, eşimin okul arkadaşı Barış'ı alıp, Ilıca Otel'e doğru yollandık. Girişte bizi mini etekli, büstiyerli, çıpa, deniz atı desenli şapkaları olan dört kız karşıladı. Kenarları dantelli çorapları, uzun bacaklarına bakıp neden herkesin eşli geldiğini anladım. Ah bu kaptanlar.... Ahhh ahh... Ya da kaptan eşleri demeli... Ah bizler ahhh.. İçimiz fesat :) Resepsiyondan odalarımızı öğrenip, dağıldık. Termal otel olunca hep havuz planlarım vardı. Gelen kişi sayısı 500 ü açınca biz kalanlar ana bina dışındaki odalara yerleştirildik. Şu soğukta da hayatta ıslak ıslak dışarıdan odama yürüyemezdim.
Kafeteryada çay içerken kendi reklamlarının ve Çeşme'nin karikatürlü haritasının olduğu amerikan servisler kullanıyorlar. Bu servisler çok hoşuma gitti.
Akşam önce hazırlanan kokteyle katıldık, ardından yemeğe geçtik. Ve anlatılmaz yaşanır menü süpperdi.
Ordövr tabağında üçgen şeklindeki pırasa dolması değişikti. İlk defa yedim ve çok hoşuma gitti. Salatalıkların içini oyup peçete halkası gibi kullanarak içinden polorosso ve marul geçirmişler.
Ara sıcak olarak ikram edilen ıspanaklı böreğin üzerine ıspanak kıyıp eklemişler ve domatesli bir sos hazırlayarak yanına dökmüşlerdi. Önce "Aman koskoca otelde ara sıcak olarak ıspanaklı börek mi ikram edilir" dedim. Aklımda klasik çıtır sigara böreği, değişik paneler ya da mantar vardı. Açıkcası daha önce hiç soslu ıspanaklı börek yememiştim. Oldukça başarılı buldum. İyi bir fikirmiş.
Levrek geldiğinde yemeğin klasik olmadığı kesinleşti. 500 kişilik levrek fileto hazırlamak zor olsa gerek. Ekibin çalışma şekli, garsonların özverisi dikkatimi çekti. Hani flimlerde bir defile vardır birde defilenin ardındaki hazırlık telaşesi... Kızlarda o telaşe doruktaydı. İçtiğimiz herşey, ideal serinlikte, yediğimiz her yemek ideal ısısındaydı. Hiçbirşey ne soğuk, ne de aşırı sıcaktı. Levreğin üzerindeki şeyler incecik doğranmış taze soğan ve pırasa kızartması. Tatlımsı, farklı bir lezzet katmış. Bu balığı ve sunumu evde de denemek istiyorum.
Kaldığımız süre boyunca tadını beğenmediğim tek şey tatlıydı. Altta olan portakallı sos, oralet tadındaydı. Beyaz krema kısmında şeker yoktu. Şekersiz bir tatlı hafif olmuyor, bence tatlı olmuyor. Genelde masalarda da tadına bakılıp bırakılmış olduğunu gördüm.
Bol kahkahalı, güzel bir gece geçirdik. Orkesta dahil herşey iyiydi. Sadece biz, olmayacak bir soğukta gitmiştik ve odamız ana binada değildi. Tek sorun buydu.
Ertesi sabah kahvaltıda yok yoktu. Bakır çaydanlıkta demlenen çay, bal-kaymak, reçel çeşitleri, anında hazırlanan tava çeşitleri vb. vb. Herşey süpperdi. Benim en çok ilgimi limon kabuğu reçeli ve incirli pekmek çekti. İncirli pekmezi sevdim ama limon kabuğu reçeli benim için çok acımsı bir tattı. Eşimse ona bayıldı.
Özetle güzel bir hafta sonuydu. Yemekler sıradan değildi. Hepsi leziz, ince düşünülmüş, dengeli tatlardı. Otel fiziksel yapı olarak iyiydi. Termal otelerde otel yaşı önemli oluyor. Termal su herşeyi aşındırdığı, harap ettiği için yeni oteller daha çok tercih ediliyor. Bize kışın ortasında ana bina dışında oda verilmesi şanssızlıktı (ama yer kalmamış). Spa merkezine giriş eksta 10 TL/kişi başı. Daha çok yazlık ya da baharda gitmek için ideal bir yer ( ya da ana binada kalın). Yarın görüşürüz.
Otel hakkında ayrıntılı bilgi:
http://www.ilicahotel.com
İTÜ Denizcilik Fakültesi Mezunları Derneği
dernek linki
Not: Dışarıdaki reklama bayıldım :)
Güzel bir haftasonundan sonra İzmir'e döndük. Çeşme'ye giderken başlayan uğultulu rüzgar, İzmir'e kadar bizi takip etti ve şu anda karşımda karlı İzmir dağlarına bakıyorum. Cumartesi, eşimin okul arkadaşı Barış'ı alıp, Ilıca Otel'e doğru yollandık. Girişte bizi mini etekli, büstiyerli, çıpa, deniz atı desenli şapkaları olan dört kız karşıladı. Kenarları dantelli çorapları, uzun bacaklarına bakıp neden herkesin eşli geldiğini anladım. Ah bu kaptanlar.... Ahhh ahh... Ya da kaptan eşleri demeli... Ah bizler ahhh.. İçimiz fesat :) Resepsiyondan odalarımızı öğrenip, dağıldık. Termal otel olunca hep havuz planlarım vardı. Gelen kişi sayısı 500 ü açınca biz kalanlar ana bina dışındaki odalara yerleştirildik. Şu soğukta da hayatta ıslak ıslak dışarıdan odama yürüyemezdim.
Kafeteryada çay içerken kendi reklamlarının ve Çeşme'nin karikatürlü haritasının olduğu amerikan servisler kullanıyorlar. Bu servisler çok hoşuma gitti.
Akşam önce hazırlanan kokteyle katıldık, ardından yemeğe geçtik. Ve anlatılmaz yaşanır menü süpperdi.
Ordövr tabağında üçgen şeklindeki pırasa dolması değişikti. İlk defa yedim ve çok hoşuma gitti. Salatalıkların içini oyup peçete halkası gibi kullanarak içinden polorosso ve marul geçirmişler.
Ara sıcak olarak ikram edilen ıspanaklı böreğin üzerine ıspanak kıyıp eklemişler ve domatesli bir sos hazırlayarak yanına dökmüşlerdi. Önce "Aman koskoca otelde ara sıcak olarak ıspanaklı börek mi ikram edilir" dedim. Aklımda klasik çıtır sigara böreği, değişik paneler ya da mantar vardı. Açıkcası daha önce hiç soslu ıspanaklı börek yememiştim. Oldukça başarılı buldum. İyi bir fikirmiş.
Levrek geldiğinde yemeğin klasik olmadığı kesinleşti. 500 kişilik levrek fileto hazırlamak zor olsa gerek. Ekibin çalışma şekli, garsonların özverisi dikkatimi çekti. Hani flimlerde bir defile vardır birde defilenin ardındaki hazırlık telaşesi... Kızlarda o telaşe doruktaydı. İçtiğimiz herşey, ideal serinlikte, yediğimiz her yemek ideal ısısındaydı. Hiçbirşey ne soğuk, ne de aşırı sıcaktı. Levreğin üzerindeki şeyler incecik doğranmış taze soğan ve pırasa kızartması. Tatlımsı, farklı bir lezzet katmış. Bu balığı ve sunumu evde de denemek istiyorum.
Kaldığımız süre boyunca tadını beğenmediğim tek şey tatlıydı. Altta olan portakallı sos, oralet tadındaydı. Beyaz krema kısmında şeker yoktu. Şekersiz bir tatlı hafif olmuyor, bence tatlı olmuyor. Genelde masalarda da tadına bakılıp bırakılmış olduğunu gördüm.
Bol kahkahalı, güzel bir gece geçirdik. Orkesta dahil herşey iyiydi. Sadece biz, olmayacak bir soğukta gitmiştik ve odamız ana binada değildi. Tek sorun buydu.
Ertesi sabah kahvaltıda yok yoktu. Bakır çaydanlıkta demlenen çay, bal-kaymak, reçel çeşitleri, anında hazırlanan tava çeşitleri vb. vb. Herşey süpperdi. Benim en çok ilgimi limon kabuğu reçeli ve incirli pekmek çekti. İncirli pekmezi sevdim ama limon kabuğu reçeli benim için çok acımsı bir tattı. Eşimse ona bayıldı.
Özetle güzel bir hafta sonuydu. Yemekler sıradan değildi. Hepsi leziz, ince düşünülmüş, dengeli tatlardı. Otel fiziksel yapı olarak iyiydi. Termal otelerde otel yaşı önemli oluyor. Termal su herşeyi aşındırdığı, harap ettiği için yeni oteller daha çok tercih ediliyor. Bize kışın ortasında ana bina dışında oda verilmesi şanssızlıktı (ama yer kalmamış). Spa merkezine giriş eksta 10 TL/kişi başı. Daha çok yazlık ya da baharda gitmek için ideal bir yer ( ya da ana binada kalın). Yarın görüşürüz.
Otel hakkında ayrıntılı bilgi:
http://www.ilicahotel.com
İTÜ Denizcilik Fakültesi Mezunları Derneği
dernek linki
Not: Dışarıdaki reklama bayıldım :)
12 Aralık 2010 Pazar
Mezuniyet
Merhabalar,
İzmir’de soğuk günler başladı. Ne giyersem giyeyim, ayağımı zor ısıtıyorum. Öğlenleriyse sıcak basıyor. Klasik İzmir günleri arasında ısı farkı daha çok arttı. Sabah buz gibi olan hava, öğlen terletiyor, akşam gene üşüyorsunuz. Bir günde dört mevsim yaşıyoruz. Bu hafta sonu için ben özendikçe bişeyler ters gidiyor. En iyisi artık her şeyi oluruna bırakacağım ve tadını çıkartacağım. Bu hafta sonu Çeşme Ilıca Otel’de eşimin mezunlar derneği gecesi var. Eşim İTÜ mezunu olduğu için onun İstanbul’daki mezuniyet törenine o zamanlar gidememiştim. O da benim Bodrum’daki mezuniyetime gelememişti. Sanki şimdi 20 yaşıma geri döndüm ve beraber bir salondan içeri girip mezuniyetimizi kutlayacağız diye hayal ediyorum. Ne güzel bir hayal değil mi? 20 yaşımla şimdi arasındaki farklar: artık 40 bedenim (+ 10 kg demek oluyor), saçlarımda boyamazsam beyazlar görünüyor, güneş kremi kullanmadığım gün hemen lekeleniyorum. Fiziksel olarak on yılın karşılığı bu. Ruhumsa aynı. Hala yeşil gözlere bakmak benim için anlamlı. Konuşmadan her zaman anlaşabiliyorduk, artık yaşadığımız onca şeyden -uzuuun kavuşma hikayemizden sonra- gülerek anlaşıyoruz. İşime daha hakimim. Hobilerimde benimle gelişti (daha çok kitap devirdim, puzzle yaptım, mutfakta daha iyiyim, vb. vb.) Ve on yılımızın meyvesi, somut, elle tutulur sevgi oğlum Çınar var. Bu hafta sonunu oda iple çekiyor. Termal bir otele gideceğimiz için onu da yanımda götürmek istedim. Eşimse olmaz dedi. Çünkü saat 22:00 de o uykuya dalacak ve bende onun yanına kıvrılmak isteyeceğim. Oysa gelenlerin geceyle ilgili uzun planları var. Eğlencede beraber olmamızı istiyor. Babannesine bırakacağımız oğlum, siz gidin diye gözümüzün içine bakıyor. Ondan ayrılmayı kendine dert edinen sadece benim. Babannesiyle oynayacağı oyunları, dedesiyle yapacağı savaşın tüm stratejilerini belirlemiş bizimki. Böyle olması şu an için hem işimize geliyor hemde eşimle mutlu oluyoruz. Evimizden başka evlerde de (tabii ki sadece anane, babanne için geçerli) tek başına kalmak istemesini, bir özgüven belirtisi olarak görüyoruz. O evlerde de kendini rahat hissetmesi çok güzel. Bu hafta sonu İzmir’in eksi derece göreceğini düşünce beklide gelmemesi onun için gerçekten daha iyi olacak. Bakalım nasıl bir hafta sonu olacak?
İzmir’de soğuk günler başladı. Ne giyersem giyeyim, ayağımı zor ısıtıyorum. Öğlenleriyse sıcak basıyor. Klasik İzmir günleri arasında ısı farkı daha çok arttı. Sabah buz gibi olan hava, öğlen terletiyor, akşam gene üşüyorsunuz. Bir günde dört mevsim yaşıyoruz. Bu hafta sonu için ben özendikçe bişeyler ters gidiyor. En iyisi artık her şeyi oluruna bırakacağım ve tadını çıkartacağım. Bu hafta sonu Çeşme Ilıca Otel’de eşimin mezunlar derneği gecesi var. Eşim İTÜ mezunu olduğu için onun İstanbul’daki mezuniyet törenine o zamanlar gidememiştim. O da benim Bodrum’daki mezuniyetime gelememişti. Sanki şimdi 20 yaşıma geri döndüm ve beraber bir salondan içeri girip mezuniyetimizi kutlayacağız diye hayal ediyorum. Ne güzel bir hayal değil mi? 20 yaşımla şimdi arasındaki farklar: artık 40 bedenim (+ 10 kg demek oluyor), saçlarımda boyamazsam beyazlar görünüyor, güneş kremi kullanmadığım gün hemen lekeleniyorum. Fiziksel olarak on yılın karşılığı bu. Ruhumsa aynı. Hala yeşil gözlere bakmak benim için anlamlı. Konuşmadan her zaman anlaşabiliyorduk, artık yaşadığımız onca şeyden -uzuuun kavuşma hikayemizden sonra- gülerek anlaşıyoruz. İşime daha hakimim. Hobilerimde benimle gelişti (daha çok kitap devirdim, puzzle yaptım, mutfakta daha iyiyim, vb. vb.) Ve on yılımızın meyvesi, somut, elle tutulur sevgi oğlum Çınar var. Bu hafta sonunu oda iple çekiyor. Termal bir otele gideceğimiz için onu da yanımda götürmek istedim. Eşimse olmaz dedi. Çünkü saat 22:00 de o uykuya dalacak ve bende onun yanına kıvrılmak isteyeceğim. Oysa gelenlerin geceyle ilgili uzun planları var. Eğlencede beraber olmamızı istiyor. Babannesine bırakacağımız oğlum, siz gidin diye gözümüzün içine bakıyor. Ondan ayrılmayı kendine dert edinen sadece benim. Babannesiyle oynayacağı oyunları, dedesiyle yapacağı savaşın tüm stratejilerini belirlemiş bizimki. Böyle olması şu an için hem işimize geliyor hemde eşimle mutlu oluyoruz. Evimizden başka evlerde de (tabii ki sadece anane, babanne için geçerli) tek başına kalmak istemesini, bir özgüven belirtisi olarak görüyoruz. O evlerde de kendini rahat hissetmesi çok güzel. Bu hafta sonu İzmir’in eksi derece göreceğini düşünce beklide gelmemesi onun için gerçekten daha iyi olacak. Bakalım nasıl bir hafta sonu olacak?
9 Aralık 2010 Perşembe
Portakal Likörü
Merhabalar,
dokuzuncubulut ‘dan Aslı Hanım’ın portakal likörü tarifini denedim. Ve süpper oldu. Elinize sağlık Aslı Hanım :) Havaların soğumaya başladığı şu günlerde bizde her akşam koca bir meyve tabağı hazırlıyoruz. Artan elma-portakal kabuklarına çok acıyorum. Ne yapsam diye düşünürken Aslı Hanım’ın tarifini gördüm. Denedim ve çok güzel oldu. Benim için bu tarif gıda sanayi açısındanda önemli. Çünkü dünyada Türkiye dışında meyveden likör üreten ülke kalmadı. Yurt dışında, hani o raflara dünya paraya satılan ithal likörlerin imalatında hep aroma kullanılıyor. Skylife dergisinin bilmem hangi sayısında konu buydu. Gerçekten güzel bir noktaya parmak basmışlar. Aslında bu işin sadece bir yönü. Artık meyve ya da aromatik olan ne varsa o değil, aroma malzemeleri malı satar oldu. Sahlep yerine, sahlep aroması, kakao yerine kakao aroması kullanılıyor. Ucuz olan tarçın yerine bile tarçın aroması ithal etmeye başladık. Tadını en beğendiğim gofretten, diğer şeylere hep etiketlerinde aroma okuyorum. Çocuklara verdiğimiz kutu sütlerde de öyle. Bir marka dışında geri kalan tamamı aroma kullanıyor. Muz aromalı ya da çilek aromalı süt diye satıyorlar. İçinde hiç meyve bulunmuyor. Bu tarifi denerken, Migros’a gidip reyonda inceleme yaptım. Kahve likörleri ucuzken, sadece portakal likörü diğerlerine göre pahalıydı. İçindekileri okuduğumda; su, alkol, şeker, portakal olduğunu gördüm. Gerçek meyve kullandıkları için fiyat artmış. Olsun. Karları belki düşmüştür ama başka bir şeyleri korumuşlar.
PORTAKAL LİKÖRÜ
Malzemeler:
- 3 portakal
- 2 su bardağı votka
- 2 su bardağı su
- 1 su bardağı şeker
- 1 limon suyu (ben limon yok diye mandalin suyu kullandım)
Portakalların kabuklarını ince olarak, elma soyar gibi soyun. Oluşan helezonik kabukları parmak boğumu genişliğinde doğrayın. Bir kavanoza kabukları koyup aralarına iki kabuklu halka portakal koyun. Üzerine votkayı dökün ve votkanın portakal kabuklarını örttüğüne emin olun. Ben üzerine ağırlık olarak bir cam bardak koydum. Etrafını aliminyum folyoyla sarın ve güneş görmeyen bir yerde, ben bir mutfak dolabının içine koydum, bir hafta kadar bekletin. Bu süre zarfında rengi bayağı bir sararıyor. Süre sonunda portakalları atın, alkolüde tülbentte süzün. Şeker ve suyu bir tencerede kaynatarak basit şerbet hazırlayın. Bu şerbete orijinal tarifte limon suyu eklemek gerekiyor. Bizim evde limon kalmadığı için ben bir mandalinayı sıkıp suyunu ilave ettim. Bu durum benim soğuduktan sonra şerbeti daha çok tülbentten geçirmeme neden oldu. Mandalin suyu daha pünçüklü oluyor. Şerbet soğuduktan sonra alkolle birleştirin ve iki günde bu şekilde beklesin. Hala içinde partiküller varsa yine süzün, sonra buzdolabında saklayın. Afiyet olsun.
Benim için içimi kolay bir likör oldu. Ağzımda keskin hiçbir tat bırakmadı. Alkol oranı yüksek olan içkileri içemiyorum, bana çok ağır geliyor. Bunu çok beğendim. Sanırım alkolün %20 nin altına inmesi midem için çok önemli. Kokulu mandalin çok satılıyor. İlerleyen günlerde mandalin ya da limon likörü yapabilirim. Görüşmek üzere.
*Bu tarifle http://mandalincikmazi.blogspot.com/ dan Yıldız Hanım'ın mandalina/portakallı tarifler etkinliğine katılıyorum.
dokuzuncubulut ‘dan Aslı Hanım’ın portakal likörü tarifini denedim. Ve süpper oldu. Elinize sağlık Aslı Hanım :) Havaların soğumaya başladığı şu günlerde bizde her akşam koca bir meyve tabağı hazırlıyoruz. Artan elma-portakal kabuklarına çok acıyorum. Ne yapsam diye düşünürken Aslı Hanım’ın tarifini gördüm. Denedim ve çok güzel oldu. Benim için bu tarif gıda sanayi açısındanda önemli. Çünkü dünyada Türkiye dışında meyveden likör üreten ülke kalmadı. Yurt dışında, hani o raflara dünya paraya satılan ithal likörlerin imalatında hep aroma kullanılıyor. Skylife dergisinin bilmem hangi sayısında konu buydu. Gerçekten güzel bir noktaya parmak basmışlar. Aslında bu işin sadece bir yönü. Artık meyve ya da aromatik olan ne varsa o değil, aroma malzemeleri malı satar oldu. Sahlep yerine, sahlep aroması, kakao yerine kakao aroması kullanılıyor. Ucuz olan tarçın yerine bile tarçın aroması ithal etmeye başladık. Tadını en beğendiğim gofretten, diğer şeylere hep etiketlerinde aroma okuyorum. Çocuklara verdiğimiz kutu sütlerde de öyle. Bir marka dışında geri kalan tamamı aroma kullanıyor. Muz aromalı ya da çilek aromalı süt diye satıyorlar. İçinde hiç meyve bulunmuyor. Bu tarifi denerken, Migros’a gidip reyonda inceleme yaptım. Kahve likörleri ucuzken, sadece portakal likörü diğerlerine göre pahalıydı. İçindekileri okuduğumda; su, alkol, şeker, portakal olduğunu gördüm. Gerçek meyve kullandıkları için fiyat artmış. Olsun. Karları belki düşmüştür ama başka bir şeyleri korumuşlar.
PORTAKAL LİKÖRÜ
Malzemeler:
- 3 portakal
- 2 su bardağı votka
- 2 su bardağı su
- 1 su bardağı şeker
- 1 limon suyu (ben limon yok diye mandalin suyu kullandım)
Portakalların kabuklarını ince olarak, elma soyar gibi soyun. Oluşan helezonik kabukları parmak boğumu genişliğinde doğrayın. Bir kavanoza kabukları koyup aralarına iki kabuklu halka portakal koyun. Üzerine votkayı dökün ve votkanın portakal kabuklarını örttüğüne emin olun. Ben üzerine ağırlık olarak bir cam bardak koydum. Etrafını aliminyum folyoyla sarın ve güneş görmeyen bir yerde, ben bir mutfak dolabının içine koydum, bir hafta kadar bekletin. Bu süre zarfında rengi bayağı bir sararıyor. Süre sonunda portakalları atın, alkolüde tülbentte süzün. Şeker ve suyu bir tencerede kaynatarak basit şerbet hazırlayın. Bu şerbete orijinal tarifte limon suyu eklemek gerekiyor. Bizim evde limon kalmadığı için ben bir mandalinayı sıkıp suyunu ilave ettim. Bu durum benim soğuduktan sonra şerbeti daha çok tülbentten geçirmeme neden oldu. Mandalin suyu daha pünçüklü oluyor. Şerbet soğuduktan sonra alkolle birleştirin ve iki günde bu şekilde beklesin. Hala içinde partiküller varsa yine süzün, sonra buzdolabında saklayın. Afiyet olsun.
Benim için içimi kolay bir likör oldu. Ağzımda keskin hiçbir tat bırakmadı. Alkol oranı yüksek olan içkileri içemiyorum, bana çok ağır geliyor. Bunu çok beğendim. Sanırım alkolün %20 nin altına inmesi midem için çok önemli. Kokulu mandalin çok satılıyor. İlerleyen günlerde mandalin ya da limon likörü yapabilirim. Görüşmek üzere.
*Bu tarifle http://mandalincikmazi.blogspot.com/ dan Yıldız Hanım'ın mandalina/portakallı tarifler etkinliğine katılıyorum.
8 Aralık 2010 Çarşamba
Kuşburnu Şerbeti
Annem Çınarcık içsin diye değişik, doğal şeyler yapıyor. Adaçayı ve ıhlamuru çok seven oğlum, hazır şeftali suyunuda çok içiyor. Normal meyveleri severek yer. Ama biraz değişiklik yapıp kuşburnu şerbeti hazırlamış. Bize getirdiğinde daha sıcağa yakın ılıktı. Hemen çay bardaklarına koydum. Daha böyle içerken içime bir ferahlık geldi. Kendimi o kadar iyi ve enerjik hissettim ki, burun kıvıran Çınar’ınkini de içtim :) İçimde ilerledikçe temizleye temizleye gittiğini hissettim. İlerleyen zamanlarda buzdolabından soğuk tükettik. Güzel bir içecek. Biz neden daha önce böyle yapıp tüketmemişiz anlamadım. Kilimli’den topladığım kuşburnuyla yapmış. Çayı, tadı ekşi olduğu için bizde içilmiyor. Ama şerbeti benim favorim oldu. Hatta yazın kızılcık, kışında kurburnu şerbeti demirbaşımız olsun diye düşündüm.
KUŞBURNU ŞERBETİ
Malzemeler
- Yarım kilo kadar yıkanmış kuru kuşburnu
- 2 su bardağı toz şeker
- 7-8 karanfil
- 1 kabuk tarçın
Kuşburnunu yarım saat kadar ıslayın. Tencerede bir taşım kaynatıp bir gece bekletin. Sabah önce iri makarna süzgüsünde süzün. Haşlanmış kuburnunu elinizl biraz mıncıklayın. Soğuk su gezdirerek içinin özünün süzgünün altına geçmesini sağlayın. Birkaç kere bu işlemi devam ettirin. Özünü bir tencereye alıp içine şekerini ilave edin, kaynatırken içine tarçın ve karanfili ilave edin. Sululuğunu ve şekerini kendiniz ayarlayın. Hoş kokulu, lezzetli bir içecek. Afiyet olsun.
KUŞBURNU ŞERBETİ
Malzemeler
- Yarım kilo kadar yıkanmış kuru kuşburnu
- 2 su bardağı toz şeker
- 7-8 karanfil
- 1 kabuk tarçın
Kuşburnunu yarım saat kadar ıslayın. Tencerede bir taşım kaynatıp bir gece bekletin. Sabah önce iri makarna süzgüsünde süzün. Haşlanmış kuburnunu elinizl biraz mıncıklayın. Soğuk su gezdirerek içinin özünün süzgünün altına geçmesini sağlayın. Birkaç kere bu işlemi devam ettirin. Özünü bir tencereye alıp içine şekerini ilave edin, kaynatırken içine tarçın ve karanfili ilave edin. Sululuğunu ve şekerini kendiniz ayarlayın. Hoş kokulu, lezzetli bir içecek. Afiyet olsun.
Haftanın Getirdikleri
Merhabalar,
Bu hafta değişik bir yedi gün yaşadım. Öncelikle dün öğlen görev dönüşü eşiğe takılıp fena halde düştüm. O kadar düştüm ki, bugün ortopediye gittim. Eşim, dün trafik kazası yaptı. Aslında buna trafik kazası denir mi bilmiyorum. Arabanın üzerine hurda demir parçası düşmüş, ön cam patlayıp, üst kaportayı yırtmış. Nasıl oluyor demeyin, bizler limanda çalışınca kazalar bu şekilde oluyor. Ya bir tır, kamyon ya da konteynırla burun buruna geliyorsunuz. Birgün kontrol amaçlı bir konteynırı açtırdığımda, zehirli, yeşil gaz salınacak ve hepimiz bir bitki gibi sararıp zehirleneceğiz. Neyse... Şom ağızlıyım bu aralar, ne dersem, neyden korksam oluyor, böyle düşünmemeliyim. Geçen haftalarda İzmir Ege Mutfak Zirvesi'ne müracaat ettim. Ama müracaatımı yaparken annem içinde katıldım. Bütün hafta annemle beraber katıldığımızı düşledim. Sonra içimden bir ses ya beni almazlada annemi finale çıkarırlarsa dedi. O ses var ya o ses... Bu sabah gazeteyi açtığımda birde ne göreyim, hakkaten öyle olmuş. Ben elenmişim, annem finale çıkmış :) E artık seneye beraber yarışacağız. Önümüzdeki hafta sonu anneme destek olmaya İzmir Fuar'ına gideceğim. Annem tahinli un kurabiyesiyle katılıyor. Sunum konusunda ne yapsak acaba? Güzel tabaklar bakacağız. Şeytan'ın bacağı inşallah bu hafta kırılacak ve ben bu Cuma'dan sonra daha normal olan hayatıma devam edeceğim. Böyle şeylerle hayatımdaki olumsuzluk sıramı savmış olmama seviniyorum. Yarın görüşürüz.
Bu hafta değişik bir yedi gün yaşadım. Öncelikle dün öğlen görev dönüşü eşiğe takılıp fena halde düştüm. O kadar düştüm ki, bugün ortopediye gittim. Eşim, dün trafik kazası yaptı. Aslında buna trafik kazası denir mi bilmiyorum. Arabanın üzerine hurda demir parçası düşmüş, ön cam patlayıp, üst kaportayı yırtmış. Nasıl oluyor demeyin, bizler limanda çalışınca kazalar bu şekilde oluyor. Ya bir tır, kamyon ya da konteynırla burun buruna geliyorsunuz. Birgün kontrol amaçlı bir konteynırı açtırdığımda, zehirli, yeşil gaz salınacak ve hepimiz bir bitki gibi sararıp zehirleneceğiz. Neyse... Şom ağızlıyım bu aralar, ne dersem, neyden korksam oluyor, böyle düşünmemeliyim. Geçen haftalarda İzmir Ege Mutfak Zirvesi'ne müracaat ettim. Ama müracaatımı yaparken annem içinde katıldım. Bütün hafta annemle beraber katıldığımızı düşledim. Sonra içimden bir ses ya beni almazlada annemi finale çıkarırlarsa dedi. O ses var ya o ses... Bu sabah gazeteyi açtığımda birde ne göreyim, hakkaten öyle olmuş. Ben elenmişim, annem finale çıkmış :) E artık seneye beraber yarışacağız. Önümüzdeki hafta sonu anneme destek olmaya İzmir Fuar'ına gideceğim. Annem tahinli un kurabiyesiyle katılıyor. Sunum konusunda ne yapsak acaba? Güzel tabaklar bakacağız. Şeytan'ın bacağı inşallah bu hafta kırılacak ve ben bu Cuma'dan sonra daha normal olan hayatıma devam edeceğim. Böyle şeylerle hayatımdaki olumsuzluk sıramı savmış olmama seviniyorum. Yarın görüşürüz.
6 Aralık 2010 Pazartesi
Nanoteknoloji
Merhabalar,
İzmir'de yağmurlu bir gün ve ben Aliağa limanında görevliydim. Uzun yol boyunca İzmir İl Kontrol Laboratuvarı'nın üç ayda bir yayımladığı "Gıda&Yem Analiz'35" dergisini okudum. Bu sayının konusu: Nanoteknoloji.
Nanoteknoloji, ileri bir bilim dalı olmasına rağmen beni küçüklüğüme götürüyor. Örümcek adam çizgi filmlerinde hep Peter Parker laboratuvarda nanoteknolojik deneyler yapar, biyolojik değişimler olurdu. O zamanlar ne olduğunu bilmezdik ama mikroskopla bakılan ve değişim yapan birşey olduğunu anlıyorduk. Buluşlarla Mary Jane'ı (MJ) ya da dünyayı kurtarıyordu. Şu kısaltmaların ne anlama geldiğinde de 20 yaşımda ingilizce hazırlık okurken anladım. Dallas dizindeki Ceyar'ın aslında Junior'un kısaltması olan JR olduğunu, MJ inde Mary Jane'in kısaltması olduğu gibi. Kültürler arası fark işte. Biz Memoli deriz, onlar başka türlü kısaltıyor.
Nanoteknoloji konusunda dergide Taner ÖZYURT - Biyolog bir makale yayımlamış. Derginin internette linki olmadığı için sizlerle birebir- net paylaşamıyorum. Ama bu makale benim ilgimi çekti. Nanometre ölçeğinde fiziksel, kimyasal ve biyolojik olayların anlaşılması ve kontrolünü içeren teknolojiye nanoteknoloji adı verilmekte. Nano boyuttaki bilimi, mühendisliği ve teknolojiyi kapsayan nanoteknoloji, maddenin bu boyut ölçeğinde görüntüleme tekniğini, ölçümü, modellemesini ve manipülasyonunu içermektedir. 50 nanometrenin altındaki boyuttaki maddelerde geleneksel fizik kurallarının yerini kuantum fiziği kanunları alıyormuş. Nedir acaba kuantum fiziği kanunları? Fizik hatırlayan var mı? Nanoteknoloji nin uygulama alanları başlıca şunlardır:
- Biyoteknoloji
- Tarım ve Gıda
- Elektronik-Bilişim ve iletişim
- Tıp- Yaşam Bilimi
- Otomobil Üretimi
- Savunma ve Uzay
- Kimya-Malzeme
- Enerji-Çevre
Nanoteknolojik çalışmalar daha çok AB, ABD, Japonya, Çin ve Güney Kore eksenlidir. Türkiye'deyse Bilkent Üniversitesi bünyesinde, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı'nın katkısıyla Uluslararası Nanoteknoloji Araştırma Merkezi (UNAM) kurulmuştur. ODTÜ, Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, İYTE,GYTE ve TÜBİTAK gibi pekçok yerde nanoteknolojik araştırmalar yapılmaktaymış. Tarım ve gıda sistemlerinde patojen ve kontaminant tayini, pestisitlerin etkinliğinin arttırılması, yeni ambalaj sistemlerinin geliştirilmesi ve fonksiyonel bileşenlerin biyoyararlılığının arttırılması gibi alanlarda nanoteknolojiden yararlanılmaya başlanmış. Mesela tarım alanında mahsüllerin ya da çiftlik hayvanlarının sağlığını kontrol etmek için sensörler ve toprak kirleticileri uzaklaştırmak için manyetik nanoparçacıklar üretmişler. Ne garip değil mi, hayvan ya da bitki hasta olduğunda sensör nasıl kendini gösterecek? Renk mi değiştirecek acaba? Mesela hasta kısım mor mu, pembe mi olacak? Gıda sanayindeki uygulamaları benim için daha gözümde canlandırılabilir. Suda çözünmekte zorlanan kartinoidler ve vitaminler, nanoparçacıklar olarak formüle edildiklerinde bu bileşenler soğuk suyla kolaylıkla karışabiliyorlar ve insan vücudundaki biyoyararlılıkları artıyor. Bence esas güzel olan ambalaj sektöründe olan gelişme. Akıllı paket üretimi ile çevresel koşullardaki (sıcaklık, nem gibi) değişikliklere göre kendini ayarlayabilecek ve gıdanın kontemine olması durumunda tüketiciyi uyarabilecek nano seviyede gıda katkıları üretilmeye başlanmış. Özetle gıda ve tarım alanında nano sensörler geliştirilmekte. Bu gelişmeler heyecan verici ama içimden bir ses ileride Peter Parker'la ortak bir geleceği paylaşabileceğimizi söylüyor. Belkide ileride oğlumla bir caddede yürürker ağlarına salına salına uzaklaşan bir adam gördüğümüzde, Tarkan görmüş genç kız gibi seviniriz. :) Yarın görüşürüz.
İzmir'de yağmurlu bir gün ve ben Aliağa limanında görevliydim. Uzun yol boyunca İzmir İl Kontrol Laboratuvarı'nın üç ayda bir yayımladığı "Gıda&Yem Analiz'35" dergisini okudum. Bu sayının konusu: Nanoteknoloji.
Nanoteknoloji, ileri bir bilim dalı olmasına rağmen beni küçüklüğüme götürüyor. Örümcek adam çizgi filmlerinde hep Peter Parker laboratuvarda nanoteknolojik deneyler yapar, biyolojik değişimler olurdu. O zamanlar ne olduğunu bilmezdik ama mikroskopla bakılan ve değişim yapan birşey olduğunu anlıyorduk. Buluşlarla Mary Jane'ı (MJ) ya da dünyayı kurtarıyordu. Şu kısaltmaların ne anlama geldiğinde de 20 yaşımda ingilizce hazırlık okurken anladım. Dallas dizindeki Ceyar'ın aslında Junior'un kısaltması olan JR olduğunu, MJ inde Mary Jane'in kısaltması olduğu gibi. Kültürler arası fark işte. Biz Memoli deriz, onlar başka türlü kısaltıyor.
Nanoteknoloji konusunda dergide Taner ÖZYURT - Biyolog bir makale yayımlamış. Derginin internette linki olmadığı için sizlerle birebir- net paylaşamıyorum. Ama bu makale benim ilgimi çekti. Nanometre ölçeğinde fiziksel, kimyasal ve biyolojik olayların anlaşılması ve kontrolünü içeren teknolojiye nanoteknoloji adı verilmekte. Nano boyuttaki bilimi, mühendisliği ve teknolojiyi kapsayan nanoteknoloji, maddenin bu boyut ölçeğinde görüntüleme tekniğini, ölçümü, modellemesini ve manipülasyonunu içermektedir. 50 nanometrenin altındaki boyuttaki maddelerde geleneksel fizik kurallarının yerini kuantum fiziği kanunları alıyormuş. Nedir acaba kuantum fiziği kanunları? Fizik hatırlayan var mı? Nanoteknoloji nin uygulama alanları başlıca şunlardır:
- Biyoteknoloji
- Tarım ve Gıda
- Elektronik-Bilişim ve iletişim
- Tıp- Yaşam Bilimi
- Otomobil Üretimi
- Savunma ve Uzay
- Kimya-Malzeme
- Enerji-Çevre
Nanoteknolojik çalışmalar daha çok AB, ABD, Japonya, Çin ve Güney Kore eksenlidir. Türkiye'deyse Bilkent Üniversitesi bünyesinde, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı'nın katkısıyla Uluslararası Nanoteknoloji Araştırma Merkezi (UNAM) kurulmuştur. ODTÜ, Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, İYTE,GYTE ve TÜBİTAK gibi pekçok yerde nanoteknolojik araştırmalar yapılmaktaymış. Tarım ve gıda sistemlerinde patojen ve kontaminant tayini, pestisitlerin etkinliğinin arttırılması, yeni ambalaj sistemlerinin geliştirilmesi ve fonksiyonel bileşenlerin biyoyararlılığının arttırılması gibi alanlarda nanoteknolojiden yararlanılmaya başlanmış. Mesela tarım alanında mahsüllerin ya da çiftlik hayvanlarının sağlığını kontrol etmek için sensörler ve toprak kirleticileri uzaklaştırmak için manyetik nanoparçacıklar üretmişler. Ne garip değil mi, hayvan ya da bitki hasta olduğunda sensör nasıl kendini gösterecek? Renk mi değiştirecek acaba? Mesela hasta kısım mor mu, pembe mi olacak? Gıda sanayindeki uygulamaları benim için daha gözümde canlandırılabilir. Suda çözünmekte zorlanan kartinoidler ve vitaminler, nanoparçacıklar olarak formüle edildiklerinde bu bileşenler soğuk suyla kolaylıkla karışabiliyorlar ve insan vücudundaki biyoyararlılıkları artıyor. Bence esas güzel olan ambalaj sektöründe olan gelişme. Akıllı paket üretimi ile çevresel koşullardaki (sıcaklık, nem gibi) değişikliklere göre kendini ayarlayabilecek ve gıdanın kontemine olması durumunda tüketiciyi uyarabilecek nano seviyede gıda katkıları üretilmeye başlanmış. Özetle gıda ve tarım alanında nano sensörler geliştirilmekte. Bu gelişmeler heyecan verici ama içimden bir ses ileride Peter Parker'la ortak bir geleceği paylaşabileceğimizi söylüyor. Belkide ileride oğlumla bir caddede yürürker ağlarına salına salına uzaklaşan bir adam gördüğümüzde, Tarkan görmüş genç kız gibi seviniriz. :) Yarın görüşürüz.
5 Aralık 2010 Pazar
Rendeyebastı :)
Merhabalar,
Bugün Sabiha Annenin klasik bayram tatlısının tarifini vermek istiyorum. Biz Akçay’dayken beraber yaptık. Benim çok beğendiğim bir lezzet. İki ölçüden yaptığınızda tam bayramlık oluyor :)
ŞEKERPARE
Malzemeler
- 1 çay bardağı sıvıyağ
- 1 çay bardağı eritilmiş yumuşak margarin
- 1 çay bardağı soda
- 1 kabartma tozu
- 1 vanilya
- Alabildiğine un
- İçi için ceviz içi
Şerbeti için
- 2,5 bardak şeker
- 3 bardak su
Sodayla yağları karıştırın, içine kabartma tozunu koyun. İyice homojen bir karışım olsun. Alabildiğince elenmiş un ve vanilya koyun. Kulak memesi kıvamından biraz sert hamur olsun. Yoğurma işlemi tamamlanınca buzdolabında yarım saat dinlendirin. Dinlenmiş hamuru, rendede ya da kalburda yuvarlak açıp içine yarım cevizler koyup kapatın. Margarinle yağlanmış tepsiye dizin. Fırında rengi değişinceye kadar pişirin. Kurabiyeler pişip soğuduktan sonra şerbetleyin. Kurabiyesi soğuk, şerbeti sıcak olacak. En güzeli kurabiyesini bir gün önceden yapıp ertesi güne şerbetlemek. Afiyet olsun.
Bugün Sabiha Annenin klasik bayram tatlısının tarifini vermek istiyorum. Biz Akçay’dayken beraber yaptık. Benim çok beğendiğim bir lezzet. İki ölçüden yaptığınızda tam bayramlık oluyor :)
ŞEKERPARE
Malzemeler
- 1 çay bardağı sıvıyağ
- 1 çay bardağı eritilmiş yumuşak margarin
- 1 çay bardağı soda
- 1 kabartma tozu
- 1 vanilya
- Alabildiğine un
- İçi için ceviz içi
Şerbeti için
- 2,5 bardak şeker
- 3 bardak su
Sodayla yağları karıştırın, içine kabartma tozunu koyun. İyice homojen bir karışım olsun. Alabildiğince elenmiş un ve vanilya koyun. Kulak memesi kıvamından biraz sert hamur olsun. Yoğurma işlemi tamamlanınca buzdolabında yarım saat dinlendirin. Dinlenmiş hamuru, rendede ya da kalburda yuvarlak açıp içine yarım cevizler koyup kapatın. Margarinle yağlanmış tepsiye dizin. Fırında rengi değişinceye kadar pişirin. Kurabiyeler pişip soğuduktan sonra şerbetleyin. Kurabiyesi soğuk, şerbeti sıcak olacak. En güzeli kurabiyesini bir gün önceden yapıp ertesi güne şerbetlemek. Afiyet olsun.