30 Haziran 2010 Çarşamba
Islak Kek
Merhabalar,
Dün akşam yemek defterimi karıştırdım ve eski tarfilere baktım. Geçen gün yaptığım poaça gibi bugün vereceğim tarifte en az 15 yıllık bir tarif. Eski yan komşumuz Zümrüt Teyze'nin ıslak kek tarifi. Bu keki annem yaptığında özellikle kenarlarını yemeğe çalışırdım. Sosunu iyice çekmiş, bol kakaolu enfes olurdu. Daha fazla bekletmeden tarifi veriyorum.
ZÜMRÜT TEYZE'NİN ISLAK KEKİ
Malzemeler:
- 1 su bardağı süt
- 150 gr margarin ya da tereyağı
- 3 koca çorba kaşığı kakao
- 1,5 su bardağı şeker
- 2 su bardağı un
- 1 kabartma tozu
- 3 yumurta
Şeker ve kakaoyu karıştırın. Ardından eritilmiş yağ ve süt ilave edin. Bu karışımdan tam bir su bardağı ayırın. Geri kalanın içine yumurtaları kırın, un ve kabartma tozu ekleyin. Güzelce karıştırıp, yağlanmış tepsiye dökün. 175 derecede yaklaşık 30 dakikada pişiyor. Piştikten sonra üzerine ayırdığımız bir su bardağı kakaolu sostan dökün ve fırında birazcık dinlenirin. Üzerine hindistan cevizi dökerek servis yapın. Afiyet olsun :)
Bugün Kemalpaşa'da görevdeydim. Her zaman gitmediğimiz, çok işlek olmayan bir antrepoya gittim. Bahçesinde birde ne göreyim! Hindiler, güvercinler, değişik-adını bilmediğim kuşlar. Evrakların imzalanmasını beklerken onları izlemeye doyamadım.
İnsanın doğaya hayranlığı bitmez. Kuşları kendimizden aşağı görürüz ama hayran hayran bakarız. Uçmaları, hafiflikleri, kalplerinin deli gibi,hızlı hızlı çarpması bize mucizevi gelir. İronik bir çelişki var bu durumda. Yine de yanlarında olmak insanı rahatlatıyor. Doğru olduğunu hissediyorsunuz. Yarın görüşürüz.
29 Haziran 2010 Salı
Gözde'den Balık Tarifi
Merhabalar,
Bugün sizlere su ürünleri mühendisi Gözde'den iri balık tarifi vermek istiyorum. İri balık olarak çipura, levrek ya da lüfer ile yapabilirsiniz. Bu tarifte Gözde, yağlı kağıt kullanıyormuş. Alüminyum folyoyu neden kullanmadığını sorduğumda, balıkla fırında pişerken kanserojen madde ürettiğini söyledi. Gıda mühendisi olarak yorum yapmıyorum.
GÖZDE'NİN BALIĞI
Malzemeler
- Temizlenmiş iri balıklar
- Bir bağ maydonoz
- Balık başına iki dilim limon
- Tuz, karabiber
- Zeytinyağı
- Yağlı kağıt
Yağlı kağıttan balığı kaplayacak şekilde, yaklaşık balığın 1,5 katı boyunda kesin. Yıkanmış, temizlenmiş balığın karnına bir tutam maydonoz koyun. İçine birazcık tuz sepeleyin. Üzerine tuz ve karabiber sepeledikten sonra, iki dilim limon koyun. En üstüne azıcık zeytinyağı dökün ve kağıdı şeker paketler gibi iki ucundan bükerek kıvırın. Bu şekilde elinizdeki balık sayısı kadar paket yapın. Fırında yaklaşık 30 dakikada pişiyor. Servisi ne kadar güzel görünür değil mi?
Yanında bol yeşil salata, patatesli bir mezeyle hayal ediyorum. Bu tarifi deneyeceğim, o zaman resimlerini eklerim. Yarın görüşürüz :)
Bugün sizlere su ürünleri mühendisi Gözde'den iri balık tarifi vermek istiyorum. İri balık olarak çipura, levrek ya da lüfer ile yapabilirsiniz. Bu tarifte Gözde, yağlı kağıt kullanıyormuş. Alüminyum folyoyu neden kullanmadığını sorduğumda, balıkla fırında pişerken kanserojen madde ürettiğini söyledi. Gıda mühendisi olarak yorum yapmıyorum.
GÖZDE'NİN BALIĞI
Malzemeler
- Temizlenmiş iri balıklar
- Bir bağ maydonoz
- Balık başına iki dilim limon
- Tuz, karabiber
- Zeytinyağı
- Yağlı kağıt
Yağlı kağıttan balığı kaplayacak şekilde, yaklaşık balığın 1,5 katı boyunda kesin. Yıkanmış, temizlenmiş balığın karnına bir tutam maydonoz koyun. İçine birazcık tuz sepeleyin. Üzerine tuz ve karabiber sepeledikten sonra, iki dilim limon koyun. En üstüne azıcık zeytinyağı dökün ve kağıdı şeker paketler gibi iki ucundan bükerek kıvırın. Bu şekilde elinizdeki balık sayısı kadar paket yapın. Fırında yaklaşık 30 dakikada pişiyor. Servisi ne kadar güzel görünür değil mi?
Yanında bol yeşil salata, patatesli bir mezeyle hayal ediyorum. Bu tarifi deneyeceğim, o zaman resimlerini eklerim. Yarın görüşürüz :)
28 Haziran 2010 Pazartesi
Haftasonu
Merhabalar,
Bugün 28.06.2010, saat geceyarısına geliyor. Bu gece oğlumdan ayrı geçirdiğim ikinci gece. Aslında tek başıma kaldığım ikinci gece desek daha doğru olur. Babası Ankara'da, oğlumda babannesinde. İtiraf etmeme gerek var mı? Çoook özledim oğlumu :( Kokusu burnumda. Akşam gelir diye resimlerini gördüğünüz poaçalardan yaptım ama arkadaşlarını bırakıp gelmedi. Yarın akşam kesin ben gidiyorum. Özledim ben oğlumu. Çınar'ın yokluğunda puzzle mı bitireyim dedim. Son 20 parçada yorgunum diye bırakmıştım. Şimdi son 4 parçada. Çınarsızlıktan kafamı toplayamıyorum. Yaparken bazılarını yanlış yerlere koymuşum, şimdi 4 parçayı yerleştiremiyorum. Çok güzel bir tablo oldu. Çerçeve rengi konusunda önerilerinizi bekliyorum.
Hafta sonu İlker bize süpriz yaparak İzmir'e geldi. Gerçek anlamda bir süprizdi çünkü çok yüksek bir enerjiyle gelmişti. Ne yapsak diye konuşurken, vapura binelim, karşıya geçelim dedik. Çınar'da "tahta alalım elimize, balık tutarız" demez mi? (Yerim ben senin tahtanı - oltanı tatlım!!!) Hep beraber vapur iskelesine gittik ve vapura bindim. Göreceli kavramları çocuklara anlatmak oldukça güç. Çınar, sadece körfeze bakıp "gemi hareket etmiyor anne" dedi. Ona karayı gösterip nasıl ilerlediğimizi anlattık. Açıktaki konteynır gemilerine baktık. Anne ithalatçı, baba kaptan olunca çocuğuma gemiler, konteynırlar hakkında anlatacak bir sürü şey olabiliyor. Küçük filikaları görünce Çınar'da İggle Piggle'ı -Küçük kayığıyla hareket eden kahraman- hatırladı. Konak'a vardığımızda ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi kestiremiyorduk. Öncelikle Kaymakamlığın bahçesine Çınar çiş yaptı (Biz kamu malına zarardan korka korka yaptırdık :) ) , sonra Kızlarağası Hanı'na gittik. Yol boyunca İlker, Çınar'ın oyuncakçılardan, seyyar satıcılardan birşeyler isteyeceğini, bize rahat vermeyeceğini düşündü ama benim oğlum bize takıldı, elimizi tuttu ve uyum içinde Han'a gittik. Kahvelerimizi söyledik, lokumları Çınar'a verdik, ailecek Jenga oynadık. Dönüşte vapurla döndük, Çınar yorulunca eve geldik. Pazar günüyse tatlı kuzum Koçtaş'a gitmek istedi. Yol üstünde Tay Park'a uğradık. Tek kelime ile "mükemmel" olmuş. Bir an önce atlara binmek için açılmasını istiyorum. Doğayla iç içe çok güzel bir park yapmışlar. Tayların yanında cüce keçiler, kuzular, paçalı tavuklar, tavşanlar vb. vardı. Çocuk oyun alanları, kafeteryası, genel düzenlemesi ince ince düşünülmüş. Uzun zamandan sonra ilk defa kendimi "tatilde" hissettim. Anladımki ben; artık o alış veriş merkezlerinden sıkılmışım. Zaten akşamları gitmiyorduk, gündüzleri sıcakta klimalı diye tercih ediyorduk. Sürekli amaçsızca vitrin bakmak, her eğlencenin kiralık olduğu ve süresi bitince yeni bozukluk aramanızın gerektiği şeylerden sıkıldım. Gerçek çocuklarla, gerçek ebeveynlerle, gerçek canlılarla görüşmek istiyorum. Atları severken tüm stresim, sıkıntım uçtu gitti. %20 indirimde, bir malın fiyatını 0.8 ile çarparak kasa fiyatıyla ilgili aritmetik yapmak yerine, atların gözlerinin ne kadar iri ve tek renk olduğunu düşünmek bana daha iyi geldi. Bir mühendis olarak tüm günümü matematikle geçirmesemde, cüce keçilerin kuzuları kovalaması, paçalı tavukların paçaları beni dinlendirdi. Hesapsız bir iletişimdi.
Çınar'ın mutluluğunu anlatmam gerekmez herhalde? Yarın inşallah poaçalarımı beğenir. Sıcak sıcak babannesiyle yerler diye düşünmüştüm. Artık yarına... Bu tarif benim en sevdiğim poaça tarifi. İster bir ölçü, isterseniz elim bulaşmışken diyip, iki ölçü yapabilirsiniz. Ben tarifi değiştirdim. Sizlere öncelikle orjinal tarifi vermek istiyorum. Bu çok eski bir arkadaşımın annesinin poaça tarifi.
AYCAN TEYZENİN POAÇASI
Malzemeler:
- 1 Yumurta (Beyazı hamura, sarısı üzerine)
- 100 gr oda ısısında, doğranmış margarin
- 2,5 bardak un
- 1 çay bardağı yoğurt
- Yaklaşık 1 su bardağı peynir rendesi
- 1 Paket kabartma tozu
- Tuz
Tüm malzemeyi bir kapta karıştırıp, yoğurun. elde ettiğiniz hamurdan parçalar koğarıp yovarlayın. Üzerine yumurta sarısı sürüp fırında yaklaşık 35-40 dk pişirin. Küçük fırınlarda bu ölçüyle bir tepsi oluyor. Tam boy fırınlarda 2 ölçü yapabilirsiniz. Ben bugün hamura peynir rendesi koymadım. Onun yerine kıyılmış dereotu koydum. Elime aldığım top hamurların için peynir koyup kapattım. değişiklik olsun diye bazılarına top, bazılarına klasik poaça şekli verdim. Çok pratik ve lezzetli bir tarif. Afiyet olsun.
Bugün 28.06.2010, saat geceyarısına geliyor. Bu gece oğlumdan ayrı geçirdiğim ikinci gece. Aslında tek başıma kaldığım ikinci gece desek daha doğru olur. Babası Ankara'da, oğlumda babannesinde. İtiraf etmeme gerek var mı? Çoook özledim oğlumu :( Kokusu burnumda. Akşam gelir diye resimlerini gördüğünüz poaçalardan yaptım ama arkadaşlarını bırakıp gelmedi. Yarın akşam kesin ben gidiyorum. Özledim ben oğlumu. Çınar'ın yokluğunda puzzle mı bitireyim dedim. Son 20 parçada yorgunum diye bırakmıştım. Şimdi son 4 parçada. Çınarsızlıktan kafamı toplayamıyorum. Yaparken bazılarını yanlış yerlere koymuşum, şimdi 4 parçayı yerleştiremiyorum. Çok güzel bir tablo oldu. Çerçeve rengi konusunda önerilerinizi bekliyorum.
Hafta sonu İlker bize süpriz yaparak İzmir'e geldi. Gerçek anlamda bir süprizdi çünkü çok yüksek bir enerjiyle gelmişti. Ne yapsak diye konuşurken, vapura binelim, karşıya geçelim dedik. Çınar'da "tahta alalım elimize, balık tutarız" demez mi? (Yerim ben senin tahtanı - oltanı tatlım!!!) Hep beraber vapur iskelesine gittik ve vapura bindim. Göreceli kavramları çocuklara anlatmak oldukça güç. Çınar, sadece körfeze bakıp "gemi hareket etmiyor anne" dedi. Ona karayı gösterip nasıl ilerlediğimizi anlattık. Açıktaki konteynır gemilerine baktık. Anne ithalatçı, baba kaptan olunca çocuğuma gemiler, konteynırlar hakkında anlatacak bir sürü şey olabiliyor. Küçük filikaları görünce Çınar'da İggle Piggle'ı -Küçük kayığıyla hareket eden kahraman- hatırladı. Konak'a vardığımızda ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi kestiremiyorduk. Öncelikle Kaymakamlığın bahçesine Çınar çiş yaptı (Biz kamu malına zarardan korka korka yaptırdık :) ) , sonra Kızlarağası Hanı'na gittik. Yol boyunca İlker, Çınar'ın oyuncakçılardan, seyyar satıcılardan birşeyler isteyeceğini, bize rahat vermeyeceğini düşündü ama benim oğlum bize takıldı, elimizi tuttu ve uyum içinde Han'a gittik. Kahvelerimizi söyledik, lokumları Çınar'a verdik, ailecek Jenga oynadık. Dönüşte vapurla döndük, Çınar yorulunca eve geldik. Pazar günüyse tatlı kuzum Koçtaş'a gitmek istedi. Yol üstünde Tay Park'a uğradık. Tek kelime ile "mükemmel" olmuş. Bir an önce atlara binmek için açılmasını istiyorum. Doğayla iç içe çok güzel bir park yapmışlar. Tayların yanında cüce keçiler, kuzular, paçalı tavuklar, tavşanlar vb. vardı. Çocuk oyun alanları, kafeteryası, genel düzenlemesi ince ince düşünülmüş. Uzun zamandan sonra ilk defa kendimi "tatilde" hissettim. Anladımki ben; artık o alış veriş merkezlerinden sıkılmışım. Zaten akşamları gitmiyorduk, gündüzleri sıcakta klimalı diye tercih ediyorduk. Sürekli amaçsızca vitrin bakmak, her eğlencenin kiralık olduğu ve süresi bitince yeni bozukluk aramanızın gerektiği şeylerden sıkıldım. Gerçek çocuklarla, gerçek ebeveynlerle, gerçek canlılarla görüşmek istiyorum. Atları severken tüm stresim, sıkıntım uçtu gitti. %20 indirimde, bir malın fiyatını 0.8 ile çarparak kasa fiyatıyla ilgili aritmetik yapmak yerine, atların gözlerinin ne kadar iri ve tek renk olduğunu düşünmek bana daha iyi geldi. Bir mühendis olarak tüm günümü matematikle geçirmesemde, cüce keçilerin kuzuları kovalaması, paçalı tavukların paçaları beni dinlendirdi. Hesapsız bir iletişimdi.
Çınar'ın mutluluğunu anlatmam gerekmez herhalde? Yarın inşallah poaçalarımı beğenir. Sıcak sıcak babannesiyle yerler diye düşünmüştüm. Artık yarına... Bu tarif benim en sevdiğim poaça tarifi. İster bir ölçü, isterseniz elim bulaşmışken diyip, iki ölçü yapabilirsiniz. Ben tarifi değiştirdim. Sizlere öncelikle orjinal tarifi vermek istiyorum. Bu çok eski bir arkadaşımın annesinin poaça tarifi.
AYCAN TEYZENİN POAÇASI
Malzemeler:
- 1 Yumurta (Beyazı hamura, sarısı üzerine)
- 100 gr oda ısısında, doğranmış margarin
- 2,5 bardak un
- 1 çay bardağı yoğurt
- Yaklaşık 1 su bardağı peynir rendesi
- 1 Paket kabartma tozu
- Tuz
Tüm malzemeyi bir kapta karıştırıp, yoğurun. elde ettiğiniz hamurdan parçalar koğarıp yovarlayın. Üzerine yumurta sarısı sürüp fırında yaklaşık 35-40 dk pişirin. Küçük fırınlarda bu ölçüyle bir tepsi oluyor. Tam boy fırınlarda 2 ölçü yapabilirsiniz. Ben bugün hamura peynir rendesi koymadım. Onun yerine kıyılmış dereotu koydum. Elime aldığım top hamurların için peynir koyup kapattım. değişiklik olsun diye bazılarına top, bazılarına klasik poaça şekli verdim. Çok pratik ve lezzetli bir tarif. Afiyet olsun.
25 Haziran 2010 Cuma
Kurabiye
Merhabalar,
Bugün sizlere Çilem'in ilk kurabiye denemesinin tarifini vereceğim. Biz odacak, 5 gıda mühendisi, 1 ziraat mühendisi denedik ve bizden tam puan aldı.
Tatlı Kurabiye
Malzemeler
- 1 paket margarin
- 1 yumurta (sarısı hamura, beyazı üstüne)
- 1 çay bardağı sıvı yağ
- 3-4 kaşık nişasta
- 1 çay bardağı yoğurt
- 2 çay bardağı şeker
- 1 paket kabartma tozu
- 1 çay kaşığı dolusu nişasta
- Aldığı kadar un
- Üzeri çin ceviz
Tüm malzemeyi kapta karıştırıp kulak memesi kıvamında bir hamur elde edin. Hamurdan toplar yapıp yumurta beyazına bulayıp, üzerine ceviz koyun. Pratik bir kurabiye tarifi :)
Bugün Aliağa limanında oldukça yorucu bir görev yaptım. Bu zorlu günde, tek molam eşimin iş arkadaşlarının bana ısmarladıkları yemekti. Fabrika yemekhanelerini özlemişim. Bol kepçe işçi yemekleri, yanında tatlısı, ekmeği .... :))
Sanırım uzun zamandır Forum'da ya da İkea'da yemek yemekten ekmek yemeği unutmuşuz. Ozan,İstanbul'dan gelince bizi sanayi lokantasına götürmeye söz verdi. Tabii pantolon giymemiz şartıyla :)
Haftaya görüşürüz.
24 Haziran 2010 Perşembe
Haşhaşlı Kek
Merhabalar,
Bugün sanırım artık limandan kurtuldum. Son 7 gündür hergün limandaydım. Keserciden, gümrükçüye, başka kontrollere gelen memurlarıyla iyice ahbap olduk. Gemileri, konteynırları sevmeme rağmen, artık limanda iş yapmak başımı döndürür oldu. Artık bir antrepoya gidip, mal peşinde koşmadan çalışmak istiyorum. Etrafımda sirenler olmadan, ezilme, yağa basma tehlikesi olmadan çalışmayı istiyorum. Biraz dinlendikten sonra yine limandan İzmir manzarasına hazırım :) Birde o manzarada çay içebilsek... En çok o bakir manzara hoşuma gidiyor. O manzara herkese açık değil. O Karşıyaka-Altınyol manzarası önünde hiçbirşey olmadan size ait. Birde tabi şu var, İzmir'de denize nereden bakarsanız bakın limanı görürsünüz. Sizin manzaranızı böler. Liman hariç :) Limandan sadece İzmir ve güzeller güzeli körfez görünür. Birde çay olabilse... Bir 5 dk mola olabilse süper olacak.
Limanda iş yaparken kendimi lego parkında, iş makineleriyle oynayan bir oğlan çocuğu gibi hissediyorum. Bugün işlerimi bitirip dönerken Shell varillerine liman personelinin diktiği biber ve ayçekirdeklerini gördüm. Ne kadar yaratıcı değil mi? Üzerindeki ürünleri kimsenin yememesinin sebebi, sanırım variller :)
Bugün sizlere en pratik kek tarifim olan haşhaşlı kek tarifi vermek istiyorum. Bu tarifi Yalvaç'lı Sema Hanım'dan aldım. İlk yaptığım günden beri herkesin zevkle yediği bir çay keki. Hemde içinde haşhaşlarla çıtır çıtır, değişik bir tarif. Deneyenlerin kesinlikle memnun kalacağı birşey.
HAŞHAŞLI KEK
Malzemeler
- 3 yumurta
- 1,25 bardak toz şeker
- 1 paket vanilya
- 1 çay bardağı mavi haşhaş tohumu
- 3 bardak un
- 1 paket kabartma tozu
- 1 su bardağı süt
- 1 su bardağından 2 parmak az sıvı yağ
Önce yumurtayla şekeri çırpın, ardından vanilya ve haşhaşı ekleyin. Ardından geri kalan malzemeyi ekleyin, yağlanmış tepsiye döküp önceden ısıtılmış fırına verin. 170 derecede yaklaşık 30 dakikada pişiyor. Fırından fırına pişirme süresi 5 dakika oynayabilir. Çınar'ında çok sevdiği bu tarifi beğeneceğinizi umuyorum. Afiyet olsun.
Not: Yarın Aliağa limanındaymışım :)))))
Bugün sanırım artık limandan kurtuldum. Son 7 gündür hergün limandaydım. Keserciden, gümrükçüye, başka kontrollere gelen memurlarıyla iyice ahbap olduk. Gemileri, konteynırları sevmeme rağmen, artık limanda iş yapmak başımı döndürür oldu. Artık bir antrepoya gidip, mal peşinde koşmadan çalışmak istiyorum. Etrafımda sirenler olmadan, ezilme, yağa basma tehlikesi olmadan çalışmayı istiyorum. Biraz dinlendikten sonra yine limandan İzmir manzarasına hazırım :) Birde o manzarada çay içebilsek... En çok o bakir manzara hoşuma gidiyor. O manzara herkese açık değil. O Karşıyaka-Altınyol manzarası önünde hiçbirşey olmadan size ait. Birde tabi şu var, İzmir'de denize nereden bakarsanız bakın limanı görürsünüz. Sizin manzaranızı böler. Liman hariç :) Limandan sadece İzmir ve güzeller güzeli körfez görünür. Birde çay olabilse... Bir 5 dk mola olabilse süper olacak.
Limanda iş yaparken kendimi lego parkında, iş makineleriyle oynayan bir oğlan çocuğu gibi hissediyorum. Bugün işlerimi bitirip dönerken Shell varillerine liman personelinin diktiği biber ve ayçekirdeklerini gördüm. Ne kadar yaratıcı değil mi? Üzerindeki ürünleri kimsenin yememesinin sebebi, sanırım variller :)
Bugün sizlere en pratik kek tarifim olan haşhaşlı kek tarifi vermek istiyorum. Bu tarifi Yalvaç'lı Sema Hanım'dan aldım. İlk yaptığım günden beri herkesin zevkle yediği bir çay keki. Hemde içinde haşhaşlarla çıtır çıtır, değişik bir tarif. Deneyenlerin kesinlikle memnun kalacağı birşey.
HAŞHAŞLI KEK
Malzemeler
- 3 yumurta
- 1,25 bardak toz şeker
- 1 paket vanilya
- 1 çay bardağı mavi haşhaş tohumu
- 3 bardak un
- 1 paket kabartma tozu
- 1 su bardağı süt
- 1 su bardağından 2 parmak az sıvı yağ
Önce yumurtayla şekeri çırpın, ardından vanilya ve haşhaşı ekleyin. Ardından geri kalan malzemeyi ekleyin, yağlanmış tepsiye döküp önceden ısıtılmış fırına verin. 170 derecede yaklaşık 30 dakikada pişiyor. Fırından fırına pişirme süresi 5 dakika oynayabilir. Çınar'ında çok sevdiği bu tarifi beğeneceğinizi umuyorum. Afiyet olsun.
Not: Yarın Aliağa limanındaymışım :)))))
23 Haziran 2010 Çarşamba
Gemiler Gibi
Dailymotion - Ezginin Gunlugu -Gemiler Gibi - une vidéo Musique
Gel otur yanibasima, anlat Istanbul
Sokaklarin dili yok mu kendince
Uzan denize karsi, cek sabah dumanini
Saraylarin sahibi kim kaldi
Gemiler gibi dunya, gemiler gibi hayat
Gemiler gibi sevda, gecip gidiyor, gecip gidiyor
Gozlerin gibi bir ruya
Gordugum yetmiyor ki
Kalbim acikta bir gemi
Yolculuk bitmiyor
Gemiler gibi dunya, gemiler gibi hayat
Gemiler gibi yillar, gecip gidiyor, gecip gidiyor
Icim Galata Kulesi, tas tas ustunde
Sabahi et gonlunce etegimde
Gel otur yanibasima, anlat hallerini
Sususlarin dili var kendince
Gel otur yanibasima, anlat Istanbul
Sokaklarin dili yok mu kendince
Uzan denize karsi, cek sabah dumanini
Saraylarin sahibi kim kaldi
Gemiler gibi dunya, gemiler gibi hayat
Gemiler gibi sevda, gecip gidiyor, gecip gidiyor
Gozlerin gibi bir ruya
Gordugum yetmiyor ki
Kalbim acikta bir gemi
Yolculuk bitmiyor
Gemiler gibi dunya, gemiler gibi hayat
Gemiler gibi yillar, gecip gidiyor, gecip gidiyor
Icim Galata Kulesi, tas tas ustunde
Sabahi et gonlunce etegimde
Gel otur yanibasima, anlat hallerini
Sususlarin dili var kendince
22 Haziran 2010 Salı
Ananemin Bulgurlu Köftesi
Merhabalar,
Bugün ananemden süper bir tarif vermek istiyorum. Benim küçüklük tatlarımdan biri. Tarif defterime kaydederken içim içime sığmadı. Altından, mücevherden değerli bir tarif benim için. Çünkü küçüklüğümün korunaklı güvenini hissettiriyor. Birde borana tarifi koparabilirsem süper olacak.
Ananemin Bulgurlu Köftesi:
Malzemeler
- 1 kase ince bulgur
- 200 gr kıyma
- 1 yumurta
- 2 yemek kaşığı un
- Toz kırmızı biber, karabiber, tuz
- 1 soğan
- Kırmızı kapya biber
- 1 yeşil biber
- 2-3 küçük domates rendesi ya da 1 iri domates
- Çok az salça (renk versin diye)
- Nane, kekik
Bulguru sıcak suyla ıslatın ama vıcık vıcık olmayacak şekilde. Bulgur şöylece şişince üzerine yaklaşık 200 gr kıyma, yumurta ve unu ekleyin. Tuz ve baharat ilavesinden sonra iyice yoğurun. Hamur kıvamına gelsin. Yoğururken bir vıcık vıcıklık hissedilmeyecek. Un konmuş tepsiye top top hamurdan dizin. Tepsisiyle buzdolabında biraz bekletin. Bekletin ki eğer dipfrize kaldırırsanız toplar yapışmasın. Tencerede pişerkende daha stabil oluyorlar.
Eğer hemen pişirecekseniz soğanları, biberleri, rende domatesi ve salçayı ekleyip yağda kavurun ve biraz su ilave edin. Su miktarı çok olmayacak. Toplarla uyumlu bir miktar olmalı. Cakkul cukkul bir durumda olmasın. Yemeğin püf noktası harlı ateşte hemen pişirmek. Topları 3-5 , 3-5 kaynayan tencereye atıp pişirin. Harlı ateşte 10 dk da pişiyor. Üzerine nane ve kekik koyup, şöyle bir karıştırıp kapağını kapatın. Yemeğin pratikliği topları yapıp dipfrize atabilmeniz. Böylece hemen soğanlı-biberli karışımı yaptığınızda hazır halde 10 dk da pişirebiliyorsunuz. Tam bir çalışan kadın yemeği. Afiyet olsun :)
Bugün ananemden süper bir tarif vermek istiyorum. Benim küçüklük tatlarımdan biri. Tarif defterime kaydederken içim içime sığmadı. Altından, mücevherden değerli bir tarif benim için. Çünkü küçüklüğümün korunaklı güvenini hissettiriyor. Birde borana tarifi koparabilirsem süper olacak.
Ananemin Bulgurlu Köftesi:
Malzemeler
- 1 kase ince bulgur
- 200 gr kıyma
- 1 yumurta
- 2 yemek kaşığı un
- Toz kırmızı biber, karabiber, tuz
- 1 soğan
- Kırmızı kapya biber
- 1 yeşil biber
- 2-3 küçük domates rendesi ya da 1 iri domates
- Çok az salça (renk versin diye)
- Nane, kekik
Bulguru sıcak suyla ıslatın ama vıcık vıcık olmayacak şekilde. Bulgur şöylece şişince üzerine yaklaşık 200 gr kıyma, yumurta ve unu ekleyin. Tuz ve baharat ilavesinden sonra iyice yoğurun. Hamur kıvamına gelsin. Yoğururken bir vıcık vıcıklık hissedilmeyecek. Un konmuş tepsiye top top hamurdan dizin. Tepsisiyle buzdolabında biraz bekletin. Bekletin ki eğer dipfrize kaldırırsanız toplar yapışmasın. Tencerede pişerkende daha stabil oluyorlar.
Eğer hemen pişirecekseniz soğanları, biberleri, rende domatesi ve salçayı ekleyip yağda kavurun ve biraz su ilave edin. Su miktarı çok olmayacak. Toplarla uyumlu bir miktar olmalı. Cakkul cukkul bir durumda olmasın. Yemeğin püf noktası harlı ateşte hemen pişirmek. Topları 3-5 , 3-5 kaynayan tencereye atıp pişirin. Harlı ateşte 10 dk da pişiyor. Üzerine nane ve kekik koyup, şöyle bir karıştırıp kapağını kapatın. Yemeğin pratikliği topları yapıp dipfrize atabilmeniz. Böylece hemen soğanlı-biberli karışımı yaptığınızda hazır halde 10 dk da pişirebiliyorsunuz. Tam bir çalışan kadın yemeği. Afiyet olsun :)
21 Haziran 2010 Pazartesi
Güzel Vakit
Merhabalar,
Pazartesi gecesi, evdeki bilgisayımın başında online yayındayım :) Bugün yoğun iş temposunun ardından eve varmak hayal gibiydi. Çınar bana kapıyı açtı ve "hoşgeldin anne " dedi. Hemen kovalamacaya başladık. Ellerimi yıkadım, "Anne üzerini değiştirme, Ege parka gidelim. Belki palyaço Çilli gelmiştir." dedi. Yavrum Çilli'yi çok sever. Yaklaşık 4 aydırsa Çilli artık orada çalışmıyor. Sanırım okulunu bitirdi ve memleketine döndü. Çilli'nin yeriniyse hiçbir palyaço tutamıyor. Beraber sokağa çıktık oğlumla. Ege parkta her katı gezdik, bowling salonlarına baktık ama Çilli yoktu. Bizde Burger King'te oturup çocukları izledik. Bir tane dondurma aldık ve Çınarcık bana yedirdi. Dondurması çok soğukmuş, suyundan yemeliymişim. Göstermek için bana yedirdi sonra kendisi tadına vardı. Çok soğukmuş, boğazımız ağrıyacakmış, dikkat edelimmiş.
Ve hemen kayıtlara geçsin,geçen hafta ameliyat olduğumda da oğlumla ilk defa 1 gece ayrı yattık. O gecenin nasıl geçtiğini ben biliyorum. Dişten dolayı kütük gibi uyumuşum, bütün gece yastıklara, yorganlara, elime ne geçtiyse sarılmışım. Ertesi akşam hemen oğlumu görmeye gittim. Bakalım yazın 15 günlük kursta ne yapacağız? Bağımlı olan o değil benim. İlker yaptıysa bende yaparım diye düşünüyorum.
Bugün birde dışarıda bize eşek arısı musallat oldu. Çınar hemen bir kağıt peçete kapmış bana veriyor; "anne peçetenin içine hapsette öldür" diyor. İlker'le dünkü kahvaltımızda reçellere konan 7 arıyı bu yöntemle öldüren kocam, oğlumla gözümüzde kahraman olmuştu. Tam bir asker diye düşünüyorum :)
Evlilik yıldönümümüzde son 30 dk. Beklenen büyük süpriz gelsin artık.
Yarın görüşürüz.
Not: Çınar bugün ilk feda kendi kendine taklalar attı. Güle güle halıda taklalar atıyor. Boynunu incitmesinden korkuyorum.
Pazartesi gecesi, evdeki bilgisayımın başında online yayındayım :) Bugün yoğun iş temposunun ardından eve varmak hayal gibiydi. Çınar bana kapıyı açtı ve "hoşgeldin anne " dedi. Hemen kovalamacaya başladık. Ellerimi yıkadım, "Anne üzerini değiştirme, Ege parka gidelim. Belki palyaço Çilli gelmiştir." dedi. Yavrum Çilli'yi çok sever. Yaklaşık 4 aydırsa Çilli artık orada çalışmıyor. Sanırım okulunu bitirdi ve memleketine döndü. Çilli'nin yeriniyse hiçbir palyaço tutamıyor. Beraber sokağa çıktık oğlumla. Ege parkta her katı gezdik, bowling salonlarına baktık ama Çilli yoktu. Bizde Burger King'te oturup çocukları izledik. Bir tane dondurma aldık ve Çınarcık bana yedirdi. Dondurması çok soğukmuş, suyundan yemeliymişim. Göstermek için bana yedirdi sonra kendisi tadına vardı. Çok soğukmuş, boğazımız ağrıyacakmış, dikkat edelimmiş.
Ve hemen kayıtlara geçsin,geçen hafta ameliyat olduğumda da oğlumla ilk defa 1 gece ayrı yattık. O gecenin nasıl geçtiğini ben biliyorum. Dişten dolayı kütük gibi uyumuşum, bütün gece yastıklara, yorganlara, elime ne geçtiyse sarılmışım. Ertesi akşam hemen oğlumu görmeye gittim. Bakalım yazın 15 günlük kursta ne yapacağız? Bağımlı olan o değil benim. İlker yaptıysa bende yaparım diye düşünüyorum.
Bugün birde dışarıda bize eşek arısı musallat oldu. Çınar hemen bir kağıt peçete kapmış bana veriyor; "anne peçetenin içine hapsette öldür" diyor. İlker'le dünkü kahvaltımızda reçellere konan 7 arıyı bu yöntemle öldüren kocam, oğlumla gözümüzde kahraman olmuştu. Tam bir asker diye düşünüyorum :)
Evlilik yıldönümümüzde son 30 dk. Beklenen büyük süpriz gelsin artık.
Yarın görüşürüz.
Not: Çınar bugün ilk feda kendi kendine taklalar attı. Güle güle halıda taklalar atıyor. Boynunu incitmesinden korkuyorum.
20 Haziran 2010 Pazar
Dip Not
Merhabalar,
Bugün 20 Haziran 2010, Babalar Günü. Oldukça hareketli bir hafta sonundan sonra Pazartesinin ilk dakikalarına az kaldı. Cumartesi günü İlker Çınar ve ben, Bostanlı sahilinde piknik yaptık. Hemde ne piknik! Şöyle termosta çaylı, şokellalı ekmekli, uçurtmalı falan. Birde Çınar, babasına sahildeki seyyar satıcılardan ışıklı ışıklı oyuncaklardan aldırdı, tam oldu. Piknikte yan komşularımıza baktık, onlarla oyuncaklarımızı paylaştık, sohbet ettik. Ben hiç böyle birşey yapmamıştım. Yani daha öncede çıkıyorduk ama banklarda oturuyorduk, kafelerdeydik. İlk defa (Fiorinonunda etkisiyle) bagaja birşeyler koyup, yere yaygı serip piknik yaptık. Çok eğlenceli, serin ve dinlendiriciydi. Bugünde babalar günü sebebiyle babamızı Homeros vadisine götürdük. İlker çok şaşırdı. Facebooktan resimlerimi takip edenler bilirler nasıl bir güzellik olduğunu. Öğleden sonra Sabiha annelere Çınar'ı bıraktık ve İlker'le gezintiye çıktık. Organize sanayiden Sasalı'nın ilerisindeki Kuş Cennetine ben sürdüm. Araba kullanmayı özlemişim. Bu aralar hani hep eski şeyleri özlediğimi söylüyorum ya. Araba kullanmayı gerçekten özlemişim. İlk ehliyet aldığım zamanlarda, test olsun diye Foça'ya kadar giderdik, birer çay içer dönerdik. Kuş cenneti süperdi, çay içerken yavru bir atmaca gördük. Bu hafta sonuna ait hiç resmim yok. Şarj aletimi iş yerinde unutmuşum. Bu vesile ile telefonun nasıl elim ayağım, bir uzvum olduğunu anladım. Sürekli olarak elim gitti, geldi.
Kuş cennetinden sonra Mavişehire sürdüm. Oyuncakçıdan Çınar'a scooter aldık. Çınar mutluluktan delirdi tabii. Sonrada annemlere geldik. Hareketli haftasonundan aklımda kalan en tatlı iki anı: Çınar'ın sevinçleri, Kayra-Tılsım soğuk misket şarabı. Meyveyle süper oluyor. Hafif içimli soğuk şeyleri özlemişim.
Kayra İckiBurada.com - Online Şarap Satışı - Tılsım Misket Yarı Tatlı
Not: Dişçilere tavsiye: Dişinizin arasına birşey kaçmışsa ve hastanız çıkaramıyorsa karpuz yemesini tavsiye edin. Soğuk karpuz, soğuk kompres etkisi yapıyor. Suyu kayganlık veriyor ve lifli olmadığı için doğal bir temizlik sağlıyor. Bu küçük bir not değildir. Diş problemi olanları için altın niteliğinde bir tavsiyedir. Zira her yere karpuzla gider, herkese karpuz hediye eder oldum :) Uyarı:diş ipi taşımaktan ağır :)
Bugün 20 Haziran 2010, Babalar Günü. Oldukça hareketli bir hafta sonundan sonra Pazartesinin ilk dakikalarına az kaldı. Cumartesi günü İlker Çınar ve ben, Bostanlı sahilinde piknik yaptık. Hemde ne piknik! Şöyle termosta çaylı, şokellalı ekmekli, uçurtmalı falan. Birde Çınar, babasına sahildeki seyyar satıcılardan ışıklı ışıklı oyuncaklardan aldırdı, tam oldu. Piknikte yan komşularımıza baktık, onlarla oyuncaklarımızı paylaştık, sohbet ettik. Ben hiç böyle birşey yapmamıştım. Yani daha öncede çıkıyorduk ama banklarda oturuyorduk, kafelerdeydik. İlk defa (Fiorinonunda etkisiyle) bagaja birşeyler koyup, yere yaygı serip piknik yaptık. Çok eğlenceli, serin ve dinlendiriciydi. Bugünde babalar günü sebebiyle babamızı Homeros vadisine götürdük. İlker çok şaşırdı. Facebooktan resimlerimi takip edenler bilirler nasıl bir güzellik olduğunu. Öğleden sonra Sabiha annelere Çınar'ı bıraktık ve İlker'le gezintiye çıktık. Organize sanayiden Sasalı'nın ilerisindeki Kuş Cennetine ben sürdüm. Araba kullanmayı özlemişim. Bu aralar hani hep eski şeyleri özlediğimi söylüyorum ya. Araba kullanmayı gerçekten özlemişim. İlk ehliyet aldığım zamanlarda, test olsun diye Foça'ya kadar giderdik, birer çay içer dönerdik. Kuş cenneti süperdi, çay içerken yavru bir atmaca gördük. Bu hafta sonuna ait hiç resmim yok. Şarj aletimi iş yerinde unutmuşum. Bu vesile ile telefonun nasıl elim ayağım, bir uzvum olduğunu anladım. Sürekli olarak elim gitti, geldi.
Kuş cennetinden sonra Mavişehire sürdüm. Oyuncakçıdan Çınar'a scooter aldık. Çınar mutluluktan delirdi tabii. Sonrada annemlere geldik. Hareketli haftasonundan aklımda kalan en tatlı iki anı: Çınar'ın sevinçleri, Kayra-Tılsım soğuk misket şarabı. Meyveyle süper oluyor. Hafif içimli soğuk şeyleri özlemişim.
Kayra İckiBurada.com - Online Şarap Satışı - Tılsım Misket Yarı Tatlı
Not: Dişçilere tavsiye: Dişinizin arasına birşey kaçmışsa ve hastanız çıkaramıyorsa karpuz yemesini tavsiye edin. Soğuk karpuz, soğuk kompres etkisi yapıyor. Suyu kayganlık veriyor ve lifli olmadığı için doğal bir temizlik sağlıyor. Bu küçük bir not değildir. Diş problemi olanları için altın niteliğinde bir tavsiyedir. Zira her yere karpuzla gider, herkese karpuz hediye eder oldum :) Uyarı:diş ipi taşımaktan ağır :)
18 Haziran 2010 Cuma
Babalar Günü
Merhabalar,
Bugün dejavu yaşadım. Önce liman, sonra tır parkı, sonra sıcak, sonra gürültülü daireye dönüş, yine sıcak, yine huzursuz insan kümesi ve finish :) Hafta bitti... Şimdi esas güzelliklere odaklanalım. Bu hafta sonu İstanbuldan annemler dönüyor. Uzum adalar hikayeleri ve Deniz'den haberlerle. İlker bu akşam İzmir'e geliyor, Çınar görünce çıldıracak. Bu kadar ağır misafire ne pişirsem acaba?
Güzel sofralar kurmak, tatlı tatlı sohbet etmek istiyorum. Babalar günü için Paşabahçe'den Behiç Ak serisinden hediyeler aldım. Babama rakı bardağı, İlker'e viski bardağı, kendime çay bardağı, Ozan'ada hediye olarak (Figen'le) kupa aldık. Zaten almadığımız bir pasta tabağı kaldı. Onuda rejimdeyiz diye almıyoruz. Pasta tabağı süs olsun diye alınmaz sonuçta :)
Meraklısı için :
Paşabahçe Mağazaları A.Ş.
21 Haziran'da evlilik yıl dönümümüz. Bir yıldönümünde daha ayrıyız. 7 yıllık evlilimizde sanırım sadece bir kere kutlayabildik. Seneye tam gününde kutlayacağız inşallah. Bakalım İlker'le neler yapacağız? Pazartesi yine dişçideyim. Ağzımda sarkan iplerle dolaşmaktan bıktım. Yeni gelişmelerle haftaya görüşürüz.
Bugün dejavu yaşadım. Önce liman, sonra tır parkı, sonra sıcak, sonra gürültülü daireye dönüş, yine sıcak, yine huzursuz insan kümesi ve finish :) Hafta bitti... Şimdi esas güzelliklere odaklanalım. Bu hafta sonu İstanbuldan annemler dönüyor. Uzum adalar hikayeleri ve Deniz'den haberlerle. İlker bu akşam İzmir'e geliyor, Çınar görünce çıldıracak. Bu kadar ağır misafire ne pişirsem acaba?
Güzel sofralar kurmak, tatlı tatlı sohbet etmek istiyorum. Babalar günü için Paşabahçe'den Behiç Ak serisinden hediyeler aldım. Babama rakı bardağı, İlker'e viski bardağı, kendime çay bardağı, Ozan'ada hediye olarak (Figen'le) kupa aldık. Zaten almadığımız bir pasta tabağı kaldı. Onuda rejimdeyiz diye almıyoruz. Pasta tabağı süs olsun diye alınmaz sonuçta :)
Meraklısı için :
Paşabahçe Mağazaları A.Ş.
21 Haziran'da evlilik yıl dönümümüz. Bir yıldönümünde daha ayrıyız. 7 yıllık evlilimizde sanırım sadece bir kere kutlayabildik. Seneye tam gününde kutlayacağız inşallah. Bakalım İlker'le neler yapacağız? Pazartesi yine dişçideyim. Ağzımda sarkan iplerle dolaşmaktan bıktım. Yeni gelişmelerle haftaya görüşürüz.
17 Haziran 2010 Perşembe
Tanımlar
Merhabalar,
Bugün aşırı yoğun bir iş günüydü. Sabah limandaydım, öğleden sonra tır parkında. Bilmeyenlere duyurulur, liman dediğimiz yer İzmir Limanı olup, dünyanın en çok iş kazasının olduğu limanlardan biridir. Ayrıca Türkiye'nin en büyük konteynır limanıdır. Biz orada konteynırların arasında (Bakınız: C3 reklamı gibi) arabalarla dolaşır ve ithal mallara bakarız. Bugün bana ayrıca gemiden yağ numunesi alma işi verilmişti. Ne kadar heyecan verici değil mi? Gemiye çıkacağım diye sevine sevine gittim ama tahliyeye başlamışlardı. Boşaltma borularından numuneyi aldık. Amerikan gemisine şöyle bir çıkma şansımda böylece ortadan kalktı. İlker karaya geçtiğinden beri bende gemiye bir hasretlik başladı. Emekli olduğumuzda beraber sefere çıkalım istiyorum. Sadece o ve ben. Öyle amacım cruise larla sosyetik ya da turistik yerleri dolaşmak değil. Ben başka limanlara gitmek orada çalışanları izlemek hatta işin içinde olmak istiyorum. Gezerek bir yer tanınır mı? İletişimle olmalı... İletişim kuracağız biz. Yani öyle hayal ediyorum. Limanına gelmişken yakındaki yerleri gezmeliyiz. Halkı doğal yaşamında görmeliyiz. Ümit Burnundada, Çindede, Amerikadada aynısını yapmalıyız. Şöyle nehirlerden gemiyle geçerken, etrafta bilinmedik sinekler dolaşırken sıkıca sarılmalıyız. Pirinç lapası, muz yaprağında sarma, değişik meyveler yemeliyim. Bizdeki Kühne ya da İmpeks firmasının ithal ettiklerinden değil, orjinal ürünler merak ediyorum. Bu aralar okuduğunuz gibi hep hayallerdeyim. Bu hayalleri kura kura iş yaparken öğlen kendimi tır parkında buldum. Bilmeyenlere yine açıklama yapayım; tır parkı dediğimiz yer gerçekten bir tır parkıdır :) İzmir limanının karşısında TCDD Tır Gümrüğü olarak geçer. Orada dünyanın heryerinden gelmiş tır şöforü bulunur. genelde yaz aylarında fanile ve şortla gezerler. Bambaşka dillerdede konuşsalar, tüm kamyoncular birbirini anlar ve parka bir bayan girdiği anda kokuyu alırlar. Neyse... bu konuda daha fazla yazmaya gerek yok :) Hayallerden uyandım, işimi bir an önce yaptım ve döndüm. Bakalım yarın neler olacak? Hoşçakalın.
16 Haziran 2010 Çarşamba
Elektrik Aldım
Merhabalar,
Bugüne bir sorula başlayalım.
"Ticaret ve sanayide herkes çalar. Ben şahsen çok çaldım. Ama nasıl çalınacağını bilirim ben."
Sizce bu sözü kim söyledi?
a)Jet Fadıl :)
b)Cem Boyner
c)Geniş gıdılı, göbekli, yaşlı-eski bir siyasi
d)Thomas Edison
Hmmmm.... Eski patronunuzun adınımı veriyorsunuz :))
Daha fazla dayanamıyorum ve cevabı söylüyorum : Thomas Edison . Atalarımın hırsız olduğunu duymak gibi birşey. O kadar fizik, kimya, matematik oku, mühendis ol ve hayranlıkla icatlarına baktığın adam "ben hırsızım" diyebilsin. Nerede kaldı bunun örnek yani? Amerika'nın kapitalist yanıyla beslenen birini nasıl örnek alabilirim. Fikir çalan birini nasıl örnek alabilirim diye düşünürken aslında mevcut kullandığımız elektiriği Tesla'nın bulduğunu öğrendim. Tesla'nın sırp bile olsa, sonradan ABD vatandaşı olduğunu ve esas amacının para, şan, şöhret değil, insanlığın kullanabileceği birşeyleri ortaya koymak olduğunu öğrenince içim cız etti. Böyle bir miras olabilir mi? Tüm insanlığın her gün kullandığı, ya da kullanarak geliştirdiği icatlarla dolu hayatımız. Elektriksiz, pilsiz bir hayat düşünemiyorum. Bir el fenerinden, mutfak robotuna, çocukların pilli oyuncaklarından, barajlara, uçaklara, metrolara kadar herşeyde kullanılan birşey. Tarif edilemez, elektron akışına dayanan, manyetizma,mıknatıslarla olan birşey. Bunu sadece yapmış olmak için yapmak bana garip geliyor. Amacı şan , şöhret ve para olsa bence bunu alırdı. Bizde Edison'dan çok Tesla'yı anardık. Ama bu üçü Edison'un hayaliydi. Herkes bence gerçekten hayallerini yaşıyor. İnsan hayalleri ve o hayal için yaptıkları kadar yaşıyor. Evrensel şeyler hayal edip, bu evrensele hizmet edenler, aradıklarını buluyorlar. Edison'un da süper bir mühendis olduğuna eminim. Doğru akımı bulmak, bununla çalışan ampul üretmek süper bir fikir. Ama artık bir sıfatı daha var.
Nobel ödülü Edison ve Tesla'ya birlikte verildiğinde, Tesla bundan dolayı reddetmiş olabilir. Tesla yeni idolüm değil, ama elektrik aldım ondan :) Bana enerji verdi.
Bende kendi çapımda faydalı bir iş yapmak istiyorum. Hem merakımı besleyecek, hemde beni bir yerlere düşünsel olarak taşıyacak birşeyler yapmak istiyorum. Ne yapabileceğimi kadar verip iç disiplinle yavaş yavaş çalışmaya başlamalıyım. Gıdayla ilgili birşeyler istiyorum. "bitkisel yağlarda GDO tespitiyle ilgili olabilir mesela" son 2 haftadır rüyalarımda hep ODTÜ'deyim. Geçen hafta Figen'i yerleştirdim, bu hafta başka bir arkadaşımla ODTÜ'deydim. Hayatımda oraya gitmedim, hiç ODTÜ tercihim olmadı ama içimde birşeyler kıpraşıyor. Bütün bunların dışında bloga tarifler ikonu ekleyebilsem gerçi dünyalar benim olacak. İşle mi ilgili bilmiyorum ama bu aralar farklı birşeyler daha yapmak istiyorum. İlker geldikten sonra daha belirgin bir çizgim olacak inşallah. Şimdi bir seyyah gibi 3 gün bir yerde 4 gün başka yerdeyim. Bakalım zaman bize neler gösterecek. Kahramanımız yeni macarelarında kimlerle karşılaşacak :)
Bugüne bir sorula başlayalım.
"Ticaret ve sanayide herkes çalar. Ben şahsen çok çaldım. Ama nasıl çalınacağını bilirim ben."
Sizce bu sözü kim söyledi?
a)Jet Fadıl :)
b)Cem Boyner
c)Geniş gıdılı, göbekli, yaşlı-eski bir siyasi
d)Thomas Edison
Hmmmm.... Eski patronunuzun adınımı veriyorsunuz :))
Daha fazla dayanamıyorum ve cevabı söylüyorum : Thomas Edison . Atalarımın hırsız olduğunu duymak gibi birşey. O kadar fizik, kimya, matematik oku, mühendis ol ve hayranlıkla icatlarına baktığın adam "ben hırsızım" diyebilsin. Nerede kaldı bunun örnek yani? Amerika'nın kapitalist yanıyla beslenen birini nasıl örnek alabilirim. Fikir çalan birini nasıl örnek alabilirim diye düşünürken aslında mevcut kullandığımız elektiriği Tesla'nın bulduğunu öğrendim. Tesla'nın sırp bile olsa, sonradan ABD vatandaşı olduğunu ve esas amacının para, şan, şöhret değil, insanlığın kullanabileceği birşeyleri ortaya koymak olduğunu öğrenince içim cız etti. Böyle bir miras olabilir mi? Tüm insanlığın her gün kullandığı, ya da kullanarak geliştirdiği icatlarla dolu hayatımız. Elektriksiz, pilsiz bir hayat düşünemiyorum. Bir el fenerinden, mutfak robotuna, çocukların pilli oyuncaklarından, barajlara, uçaklara, metrolara kadar herşeyde kullanılan birşey. Tarif edilemez, elektron akışına dayanan, manyetizma,mıknatıslarla olan birşey. Bunu sadece yapmış olmak için yapmak bana garip geliyor. Amacı şan , şöhret ve para olsa bence bunu alırdı. Bizde Edison'dan çok Tesla'yı anardık. Ama bu üçü Edison'un hayaliydi. Herkes bence gerçekten hayallerini yaşıyor. İnsan hayalleri ve o hayal için yaptıkları kadar yaşıyor. Evrensel şeyler hayal edip, bu evrensele hizmet edenler, aradıklarını buluyorlar. Edison'un da süper bir mühendis olduğuna eminim. Doğru akımı bulmak, bununla çalışan ampul üretmek süper bir fikir. Ama artık bir sıfatı daha var.
Nobel ödülü Edison ve Tesla'ya birlikte verildiğinde, Tesla bundan dolayı reddetmiş olabilir. Tesla yeni idolüm değil, ama elektrik aldım ondan :) Bana enerji verdi.
Bende kendi çapımda faydalı bir iş yapmak istiyorum. Hem merakımı besleyecek, hemde beni bir yerlere düşünsel olarak taşıyacak birşeyler yapmak istiyorum. Ne yapabileceğimi kadar verip iç disiplinle yavaş yavaş çalışmaya başlamalıyım. Gıdayla ilgili birşeyler istiyorum. "bitkisel yağlarda GDO tespitiyle ilgili olabilir mesela" son 2 haftadır rüyalarımda hep ODTÜ'deyim. Geçen hafta Figen'i yerleştirdim, bu hafta başka bir arkadaşımla ODTÜ'deydim. Hayatımda oraya gitmedim, hiç ODTÜ tercihim olmadı ama içimde birşeyler kıpraşıyor. Bütün bunların dışında bloga tarifler ikonu ekleyebilsem gerçi dünyalar benim olacak. İşle mi ilgili bilmiyorum ama bu aralar farklı birşeyler daha yapmak istiyorum. İlker geldikten sonra daha belirgin bir çizgim olacak inşallah. Şimdi bir seyyah gibi 3 gün bir yerde 4 gün başka yerdeyim. Bakalım zaman bize neler gösterecek. Kahramanımız yeni macarelarında kimlerle karşılaşacak :)
15 Haziran 2010 Salı
Gelenler Gidenler...
Merhabalar,
Bugün güzel bir İzmir günü. Bu sıcakta soğuk hava deposundan tereyağ aldım. Sabahtan bu serin ortamlarda çalışmak bana iyi geldi. Öğlen Forum'da Mothercare'e gittik. Her ayın 15 inde pırlanta günü yapıyorlar. Belirli ürünlerde %50 indirim oluyor. Mothercare'i soyduğumuzu zannederken, kasada soyulduğumuz hissine kapıldım. Figen Kaan'a bir sürü şey aldı, Canan'a göre hamile giysileri baktık ama şortlarda beden kalmamıştı. Daireye geldiğimizde aldıklarımızı arkadaşlara gösterdik, bir zaman sonra ortadan kayboldular. Oraya buraya baktık yoklar :) Yarım saat sonra eli kolu dolu olarak Hasan geldi. Bizim tatlı babamız küçük kızına, özenmiş, elbiseler, pijamalar almış. Önümüzdeki ay dairedeki gönüllü, özençli babalarıda alıp Mothercare'e gideceğiz.
Biraz önce veteriner hekimlerden bizimle yaşıt Emre'nin tayini Ankara'ya çıkmış, onun kutlamasından geldik. Güzel pastalarımızı yedik, kolalarımızı içtik. Herkesin yüzü gülüyordu. Uzun zamandır birinin tayini çıktı, gidiyor diye sevinmiyordum. Aslında sevdiklerim gidiyor diye genelde üzülüyorum. Giden gelmiyor. Herkes gitmek istiyor. Çalıştığım yerde kimse işinden memnun değil. Çok fazla işimiz var, vakit hiçbir zaman yetmiyor ve riskli bir iş. Aslında sorun zaman değilde işin riskli olması. Biz Figen'le üzarimizdeki stresi dağıtmak için elimizden geleni yapıyoruz. Kafamıza birşey takmadan hem iş yapıp hemde gülmeye çalışıyoruz. Hayata karşı gülüyoruz. Güzel bir bakış açısı değil mi? Müdahale edebildiğimiz, yönlendirebildiğimiz kadar yaşamın çarklarını döndürüyoruz. Bazende "amaaaan! pıp!" diyip gülüyoruz. İnsanı bu davranış rahatlatıyor. Herşeyi kafaya takmamak lazım, gülüp geçmek lazım bazen. Eskiden Mesut'tla Ahmet'te vardı. Öğlenler hep beraber olurduk. Yada hep beraber çalışırdık. Hatırladığım tek şey güldüğümüz, eğlendiğimiz. Ben ilk geldiğim zamanlar Bir İbrahim Abimiz vardı (ki artık emekli), o kadar çok işimiz olurdu, "sağlık olsun be Aslı, ara ver sonra yaparız" derdi. Birer çay içerdik, yine yumulurduk işlere. Beni hiç bir zaman strese sokmadı, başkalarının tembelliğinden yakınmadı. Sadece yaptığımız işten ve yapacaklarımızdan şevkle bahsederdi. Bana güç verirdi onun tavrı. Mesut, Ahmet, Figen, İbrahim Abi... düşünüyorumda ortak özellikleri olumlu ve çalışkan insanlar olmaları. Başkalarının tembelliklerini gözlemleyenler, bunu dile getirenler enerjimi söndürüyor. Yeni gelen yaklaşık 20 kişiyiyse tanımıyorum.
Dün yeni iki kitap aldım:
Biri Tesla'nın Kutusu, diğeriyse Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası. "Tesla'nın kutusunu" okurken Tesla'ya merak saldım. Hem bir mucit, hem bir mistikmiş. Radyo dalgalarını bir materyalist bulamazdı zaten. Mistik birinin hayali olabilir.
Meraklısına ipucu: http://tr.wikipedia.org/wiki/Nikola_Tesla#Philadelphia_Deneyi
Bugün güzel bir İzmir günü. Bu sıcakta soğuk hava deposundan tereyağ aldım. Sabahtan bu serin ortamlarda çalışmak bana iyi geldi. Öğlen Forum'da Mothercare'e gittik. Her ayın 15 inde pırlanta günü yapıyorlar. Belirli ürünlerde %50 indirim oluyor. Mothercare'i soyduğumuzu zannederken, kasada soyulduğumuz hissine kapıldım. Figen Kaan'a bir sürü şey aldı, Canan'a göre hamile giysileri baktık ama şortlarda beden kalmamıştı. Daireye geldiğimizde aldıklarımızı arkadaşlara gösterdik, bir zaman sonra ortadan kayboldular. Oraya buraya baktık yoklar :) Yarım saat sonra eli kolu dolu olarak Hasan geldi. Bizim tatlı babamız küçük kızına, özenmiş, elbiseler, pijamalar almış. Önümüzdeki ay dairedeki gönüllü, özençli babalarıda alıp Mothercare'e gideceğiz.
Biraz önce veteriner hekimlerden bizimle yaşıt Emre'nin tayini Ankara'ya çıkmış, onun kutlamasından geldik. Güzel pastalarımızı yedik, kolalarımızı içtik. Herkesin yüzü gülüyordu. Uzun zamandır birinin tayini çıktı, gidiyor diye sevinmiyordum. Aslında sevdiklerim gidiyor diye genelde üzülüyorum. Giden gelmiyor. Herkes gitmek istiyor. Çalıştığım yerde kimse işinden memnun değil. Çok fazla işimiz var, vakit hiçbir zaman yetmiyor ve riskli bir iş. Aslında sorun zaman değilde işin riskli olması. Biz Figen'le üzarimizdeki stresi dağıtmak için elimizden geleni yapıyoruz. Kafamıza birşey takmadan hem iş yapıp hemde gülmeye çalışıyoruz. Hayata karşı gülüyoruz. Güzel bir bakış açısı değil mi? Müdahale edebildiğimiz, yönlendirebildiğimiz kadar yaşamın çarklarını döndürüyoruz. Bazende "amaaaan! pıp!" diyip gülüyoruz. İnsanı bu davranış rahatlatıyor. Herşeyi kafaya takmamak lazım, gülüp geçmek lazım bazen. Eskiden Mesut'tla Ahmet'te vardı. Öğlenler hep beraber olurduk. Yada hep beraber çalışırdık. Hatırladığım tek şey güldüğümüz, eğlendiğimiz. Ben ilk geldiğim zamanlar Bir İbrahim Abimiz vardı (ki artık emekli), o kadar çok işimiz olurdu, "sağlık olsun be Aslı, ara ver sonra yaparız" derdi. Birer çay içerdik, yine yumulurduk işlere. Beni hiç bir zaman strese sokmadı, başkalarının tembelliğinden yakınmadı. Sadece yaptığımız işten ve yapacaklarımızdan şevkle bahsederdi. Bana güç verirdi onun tavrı. Mesut, Ahmet, Figen, İbrahim Abi... düşünüyorumda ortak özellikleri olumlu ve çalışkan insanlar olmaları. Başkalarının tembelliklerini gözlemleyenler, bunu dile getirenler enerjimi söndürüyor. Yeni gelen yaklaşık 20 kişiyiyse tanımıyorum.
Dün yeni iki kitap aldım:
Biri Tesla'nın Kutusu, diğeriyse Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası. "Tesla'nın kutusunu" okurken Tesla'ya merak saldım. Hem bir mucit, hem bir mistikmiş. Radyo dalgalarını bir materyalist bulamazdı zaten. Mistik birinin hayali olabilir.
Meraklısına ipucu: http://tr.wikipedia.org/wiki/Nikola_Tesla#Philadelphia_Deneyi
14 Haziran 2010 Pazartesi
Uzun Hikaye
Merhabalar,
Geçen Perşembe'den beri yazamıyorum ama bir sürü nedenim var. Cuma günü çok yoğun bir gündü. GDO için bir sürü şeyle uğraştım ve Pazartesi günü diş ameliyatı olacağım belli oldu. Cuma akşamı annemler beni işten aldılar ve yine yazlığa gittik. Bugün işe döndüm, Cuma'dan kalan işlerimi, geçen haftadan kalan görevlerimi hallettim ve dişçiye gittim. "Ameliyat etmeseniz olur mu?" diye sordum, onlarda gülüp "iyi olacak, güzel olacak" diye ağzıma bir parmak bal sürüp işlerine koyuldular. Artık ağzımda bir kemik eksik :) 100 gr daha az tartılacağım :) Yanağım şiş, ameliyat iyi geçmiş. Dişçi koltuğuna oturduğumda, ağzıma genel bir bakacağını söyleyen hekim önce eski protezimi düşürdü, sonra bir dolgu düşürdü. "Zarardasınız Ayşe Hanım" dedi. Bende "ameliyatı bu yapacak, Allaaaah! işimiz var bununla" diye evham yaptım. Bu zararlardan sonra sanırım üç ay daha Ege Dişçiliği aşındıracağım :)
Neyse... Ağzınızın, sağlığın kıymetini bilin, zira ben yine kumpir yemeğe dönüyorum. Bir hafta ılık çorba ve kumpir diyetine başlıyorum. Bu zorunlu dietler olmasa vücudum dinlenemeyecek.
Haftasonu Çınarla çok eğlendik. Denize girdik, bahçeyi suladık, kedileri sevdik. Önce hemen kedilerden bahsetmek istiyorum. Evimizin dışardaki dolabına bir anne kedi ve iki yavrusu yerleşmiş. Ananem onları kovalamak istese de Çınar "onlar bizim komşumuz. Kovmayalım, sevelim onları. Ben onlarla oyun oynamaya geldim." dedi. Biz gidinceye kadar kovmadı zavallıları. Anne kedi yavrularını emziriyordu. Bizde anne kediyi besledik. Çınar elinde fıskiyeyle biraz ıslattıysada kedilerle iyi anlaştılar. Zaten yavrular kötülük nedir bilmiyorlar, insanın ayağının altında geziyorlardı.
Pazar sabahı mutfak lavabosunun altının ıslantığını, dolapların su olduğunu farkettik. Babamla birlikle mermer yapıştırdım. O kokulu melzemelerin içinde alak avrak kurumadan iş yapmaya çalışırken Çınar bize yardıma koştu. Bende size yardım edeyim diye tutturdu. "Oğlum dur, şimdi yapışkanı kaçacak, malzeme koyulaşmaya başladı." desekte dinletemedik. Gitmiş içeriden bir tahe uhu, bir tanede mezüre getirmiş. Elimdeki işi hemen bitirip oğluma sarıldım (Maşallah deyin). Bu haftanın en duygulu anı, elinde uhuyla bana geldiği andı.
Dönüş günü bahçeden İlker için erik topladık. Erik ağacının dallarından biri ağır gelmiş, kırılmış. Üzerinde bir sürü eriğiyle eğreti duruyordu. Ananem yinede koparmamış dalı. Ağaçtan beslenip meyvelerini kızartmış. O dalın meyvelerini beslemesi beni çok etkiledi. Halk türküleri doğru söylüyormuş.
Erik de dalı gevrek olur
Basmaya gelmez amman amman imanım
Basmaya gelmez
Elinde kızı nazlı olur
Üzmeye gelmez amman amman imanım
Küsmeye gelmez
A güzel yürüşüne ben yandım
Güzelim sözlerine aldandım
Erik de dalı pek incedir
Eymeye gelmez amman amman imanım
Eymeye gelmez
Elin de kızı nazik olur
Deymeye gelmez amman amman imanım
Deymeye gelmez
A güzel yürüşüne ben yandım
Güzelim sözlerine aldandım
Erik de dalı kırıldı
Elimde kaldı amman amman imanım
Elimde kaldı
Elin de kızı pek güzelmiş
Gözümde kaldı amman amman imanım
Gözümde kaldı
A güzel yürüşüne ben yandım
Güzelim sözlerine aldandım
Geçen Perşembe'den beri yazamıyorum ama bir sürü nedenim var. Cuma günü çok yoğun bir gündü. GDO için bir sürü şeyle uğraştım ve Pazartesi günü diş ameliyatı olacağım belli oldu. Cuma akşamı annemler beni işten aldılar ve yine yazlığa gittik. Bugün işe döndüm, Cuma'dan kalan işlerimi, geçen haftadan kalan görevlerimi hallettim ve dişçiye gittim. "Ameliyat etmeseniz olur mu?" diye sordum, onlarda gülüp "iyi olacak, güzel olacak" diye ağzıma bir parmak bal sürüp işlerine koyuldular. Artık ağzımda bir kemik eksik :) 100 gr daha az tartılacağım :) Yanağım şiş, ameliyat iyi geçmiş. Dişçi koltuğuna oturduğumda, ağzıma genel bir bakacağını söyleyen hekim önce eski protezimi düşürdü, sonra bir dolgu düşürdü. "Zarardasınız Ayşe Hanım" dedi. Bende "ameliyatı bu yapacak, Allaaaah! işimiz var bununla" diye evham yaptım. Bu zararlardan sonra sanırım üç ay daha Ege Dişçiliği aşındıracağım :)
Neyse... Ağzınızın, sağlığın kıymetini bilin, zira ben yine kumpir yemeğe dönüyorum. Bir hafta ılık çorba ve kumpir diyetine başlıyorum. Bu zorunlu dietler olmasa vücudum dinlenemeyecek.
Haftasonu Çınarla çok eğlendik. Denize girdik, bahçeyi suladık, kedileri sevdik. Önce hemen kedilerden bahsetmek istiyorum. Evimizin dışardaki dolabına bir anne kedi ve iki yavrusu yerleşmiş. Ananem onları kovalamak istese de Çınar "onlar bizim komşumuz. Kovmayalım, sevelim onları. Ben onlarla oyun oynamaya geldim." dedi. Biz gidinceye kadar kovmadı zavallıları. Anne kedi yavrularını emziriyordu. Bizde anne kediyi besledik. Çınar elinde fıskiyeyle biraz ıslattıysada kedilerle iyi anlaştılar. Zaten yavrular kötülük nedir bilmiyorlar, insanın ayağının altında geziyorlardı.
Pazar sabahı mutfak lavabosunun altının ıslantığını, dolapların su olduğunu farkettik. Babamla birlikle mermer yapıştırdım. O kokulu melzemelerin içinde alak avrak kurumadan iş yapmaya çalışırken Çınar bize yardıma koştu. Bende size yardım edeyim diye tutturdu. "Oğlum dur, şimdi yapışkanı kaçacak, malzeme koyulaşmaya başladı." desekte dinletemedik. Gitmiş içeriden bir tahe uhu, bir tanede mezüre getirmiş. Elimdeki işi hemen bitirip oğluma sarıldım (Maşallah deyin). Bu haftanın en duygulu anı, elinde uhuyla bana geldiği andı.
Dönüş günü bahçeden İlker için erik topladık. Erik ağacının dallarından biri ağır gelmiş, kırılmış. Üzerinde bir sürü eriğiyle eğreti duruyordu. Ananem yinede koparmamış dalı. Ağaçtan beslenip meyvelerini kızartmış. O dalın meyvelerini beslemesi beni çok etkiledi. Halk türküleri doğru söylüyormuş.
Erik de dalı gevrek olur
Basmaya gelmez amman amman imanım
Basmaya gelmez
Elinde kızı nazlı olur
Üzmeye gelmez amman amman imanım
Küsmeye gelmez
A güzel yürüşüne ben yandım
Güzelim sözlerine aldandım
Erik de dalı pek incedir
Eymeye gelmez amman amman imanım
Eymeye gelmez
Elin de kızı nazik olur
Deymeye gelmez amman amman imanım
Deymeye gelmez
A güzel yürüşüne ben yandım
Güzelim sözlerine aldandım
Erik de dalı kırıldı
Elimde kaldı amman amman imanım
Elimde kaldı
Elin de kızı pek güzelmiş
Gözümde kaldı amman amman imanım
Gözümde kaldı
A güzel yürüşüne ben yandım
Güzelim sözlerine aldandım
10 Haziran 2010 Perşembe
Anne Dayanışması
Merhabalar
Bu hafta dairede voleybol maçları vardı. Bizim şube dördüncü oldu. Hakemimiz Emine Hanımdı. Kendisi ihracatta çalışıyor. Aslında hukuk fakültesinden mezun bir gıda teknikeri :) Aynı zamanda voleybol hakemi, anne, hayvansever vb. vb. vb. :) Okula giden bir kızı, çok sevdiği kedileri var. Öğlen arası maçta olduğundan yemek için ekmek arası birşeyler söylüyor. Bugün yemeğini yeni anne olan daha adını koymadığımız köpekle paylaşırken yakaladım onu. Tatlı köpecik, elini uzat deyince uzatan, yat deyince yatan, kalk deyince kalkan çok akıllı bir köpek. Bizim bahçeye nereden geldiğini bilen yok. Emziren anne olduğu belli ama ben yavrularını görmedim. Bakışları öyle yumuşak, öyle sevgili ki menziline girmemeniz mümkün değil.
Gözlerinin etrafında siyah sürme var. Çok güzel bir kız.
Bahçemizi çok seviyorum. Bugün öğlen şöyle bir tur attım. Karayollarına doğru gittim geldim. Uzum zamandır armutlar oldu mu diye merak ediyordum. Geçen yıl bu zamanlar örgü tellerin ardından armut çalıyorduk. Ağaç bu yıl daha bir büyümüş,genişlemiş,boylanmış,geçen yıl tıfıl birşeydi. Meyveleri pazar armudu gibi değil. Pazardakiler fazla sulu ve aromasız. Tatlı su gibi şeyler. Bunlar köy armudu gibiymiş. Köy armudu nasıl birşey bilmiyorum, fakat armut aroması diye birşey varsa kesinlikle bu türden izole edilmiş.
İnşallah kimseye yakalanmadan bu armut maceralarımız sürer gider. Bir gün birisi bizim müdürü arayıp, sizin mühendisler bizim bahçedeki armutları çalıyorlar diye şikayet edecek diye korkuyorum. Siz söylemezsiniz değil mi?
9 Haziran 2010 Çarşamba
İkizler ve Konya
Merhabalar,
Bugün enteresan bir gün. Sabah limandaydım. Çok yoğun bir görev zincirinin ardından daireye döndüm. İlker olsa "Uçan daireye mi Aslı?" diye sorardı. (Tatlım... Yüzümü güldürmeni özledim.) Figenle öğlen Forum'a gittik ve Calliou kitabı aldık. Mothercare'de hiçbirşey beğenemedik, anneler talan etmişler birşey kalmamış ve bizde döndük. Dönüşte bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Haziran ayının dokuzuncu gününde ben uzun kollu giyiyorum, burnum akıyor ve gök gürlüyor. Küresel ısınmamı, soğumamı artık adı çevreyle ilgili neyse onu yaşıyoruz. İşin garip yanı penceremden dışarı baktığımda bulutlu bir hava görsemde bahçedeki ağaçların yeşili daha bir tatlı sanki. Suya açlardıda mevlam yağmur mu gönderdi bilmiyorum. Halinden memnun olmayan biz insanlarız galiba. Doğa halinden memnun gibi. Bu havada uzun kollu giyip, ayağında açık ayakkabıyla dolaşan ben memnun değilim. Çantasında ağırlık yapan şemsiyesi, gözünde güneş gözlüğüyle ağır yükünden yakınan Figen memnun değil halinden. Ya da süet ayakkabıları ıslanacak olan Ozan memnun değil. Belki oğlum da gök gürültüsünden rahatsızdır... Pencerenin önündeki domatesim halinden memnun, bahçedeki sarmaşıklar, yerdeki böcekler memnun.
Doğaya uyum sağlayıp bende halimden memnun olmaya karar verdim. Elimdede sıcacık bir yasemin çayı var. Bugün aklıma ginseng numunesi alırken Avatar çizgi filmindeki yaşlı amca geldi. Her durumda çay demlerdi. Ginseng çayı, yasemin çayı değişik şeyleri vardı. Keşke olsada içsek dediğim anda Çilem "bende var" demez mi?!? :) Meğer kocası Çin'e gittiğinde öyle bir paket getirmiş. Hemen sıcak su alıp hazırladık. Bugün içilebilecek en güzel şey bence (hala gök gürlüyor). Anlayacağınız şans bugünde benden yana.
Sabah Figen'e uzun zamandır okuduğum en güzel kitap olan "Aşk" ı getirdim. Bir Konyalı olarak okumasını istiyorum. Bir genelleme olsada ikizler burcuyla ve Konyalılarla iyi analşıyorum. Nasıl oluyor bilmiyorum ama böyle işte. Mesela ikizler arkadaşlardan dolayı Mayıs ve bu ay zor geçiyor. Hergün birinin doğum günü var. Doğum günü sıklığı o kadar aşikar ki sanki başka ay doğum günü kutlamıyormuşuz gibi geliyor. Yılın doğum günü ayı kesinlikle bu ay :)
Birde işte şu Konyalılar var. Örneğin Figen, Ozan, Serap vb. vb. Konyanın havasından mı, suyundan mı bilmiyorum iyi anlaşıyoruz. Annem Yalvaçlı olduğu için , yakın yerler olduğundan, yemek kültürümüz çok yakın. Keşkeğimizin, aşuremizin, mercimekli pilavımızın tadı aynı. Bu yemekler ortak yemek olsada yöre yöre tadı değişiyor. Mevlanadan , Şemsi Tebriziden kaynaklanan mistik birşeyler nesilden nesile aktarılıyor ve romantiklik, duygusal benim arkadaşlarım oluyorlar. "Afyon'un kaymağı, Konya'nın manyağı" deselerde ben Konyalılardan yanayım. Afyonlu tanıdıklarım biraz kaba sanki. "En akıllısı döne döne ölmüş" sözü Konyayı küçültmüyor, yüceltiyor. İnşallah birgün Şeb-i Aruz törenlerini izlemeye gidebilirim. İlker'le gitmeyi çok istiyorum. Değişik, mistik bir tecrübe olur. Birde hiç kuyu kebabı yemedim.
8 Haziran 2010 Salı
Salı Sallanır
Merhabalar,
Bugün aşırı yoğun bir gün değildi. Masamı toparladım, sildim, arşiv evraklarımı ataçladım, zımbaladım. Şöyle biraz derlendim toplandım. Pazartesi harale gürele geçti. Bir arkadaşıma çok üzüldüm. Daha doğrusu beni üzdü. Bugün konuşmak istedi. Söylediklerine cevap verdim. Tam çıkarken dayanamadım ve "Sen beni dün çok üzdün. Davranışına çok bozuldum. Seni sevdiğim için dün seni düşündüm durdum. Sevmesem sanırım daha kolay tolere edebilirdim." dedim. Oda kendince haklı olan-ki bence hala haksız- düşüncesini söyledi. Sonuçta RAHATLADIM. Eskiden olsa sanırım bir ay daha düşünürdüm. İçimdekini SAKİNCE söyledim. Oda üzüldü. Sonuç hala çalışırken işle ilgili kısımda onda takılıyoruz. İletişim kısmımız tıkanık değil ama. Birine kızdığımda, sinirlendiğimde o olumsuzluğu taşımak istemiyorum. Bir an önce kurtulmak istiyorum o olumsuzluktan. Ruhumu kirletiyor sanki bu durum. Çözüm olmasada konuşmak güzel.
Salı sallanır diye bugünde bitti. Akşam oğlumu babannesinden alacağız. Genç aşıklar bu sabah kavuştu. Eminim babannesini ve dedesini, sabah onu almaya geldiklerinde çok büyük bir sevinçle karşılamıştır. Canım oğlum bu hassas döneninde babannesinin yanında olmalı. Sabiha anne geçen hafta babannesini kaybetti. İlk haberi bizim evde aldı. Ne kadar üzgün olduğunu biliyorum. Hemen o akşam memlekete gittiler. Karadenizde babannelik çok önemli bir konummuş. Çocuklara hep babanneleri bakarmış. Onada küçüklüğünde babannesi çok bakmış, çok oynamış. Bu aralar Çınar'la oynarken belki vakit onun için daha kolay geçer.
Çınarla bu aralar teyzesinin gönderdiği cam stickerlarıyla oynuyoruz. Evde eski bir melamin tepsinin arkasına yapıştırdım. Yerlerini değiştire değiştire oynuyoruz. Puzzle yapmaktan nefret eden oğlum bunu birazcık sevdi. Yarın görüşürüz.
Bugün aşırı yoğun bir gün değildi. Masamı toparladım, sildim, arşiv evraklarımı ataçladım, zımbaladım. Şöyle biraz derlendim toplandım. Pazartesi harale gürele geçti. Bir arkadaşıma çok üzüldüm. Daha doğrusu beni üzdü. Bugün konuşmak istedi. Söylediklerine cevap verdim. Tam çıkarken dayanamadım ve "Sen beni dün çok üzdün. Davranışına çok bozuldum. Seni sevdiğim için dün seni düşündüm durdum. Sevmesem sanırım daha kolay tolere edebilirdim." dedim. Oda kendince haklı olan-ki bence hala haksız- düşüncesini söyledi. Sonuçta RAHATLADIM. Eskiden olsa sanırım bir ay daha düşünürdüm. İçimdekini SAKİNCE söyledim. Oda üzüldü. Sonuç hala çalışırken işle ilgili kısımda onda takılıyoruz. İletişim kısmımız tıkanık değil ama. Birine kızdığımda, sinirlendiğimde o olumsuzluğu taşımak istemiyorum. Bir an önce kurtulmak istiyorum o olumsuzluktan. Ruhumu kirletiyor sanki bu durum. Çözüm olmasada konuşmak güzel.
Salı sallanır diye bugünde bitti. Akşam oğlumu babannesinden alacağız. Genç aşıklar bu sabah kavuştu. Eminim babannesini ve dedesini, sabah onu almaya geldiklerinde çok büyük bir sevinçle karşılamıştır. Canım oğlum bu hassas döneninde babannesinin yanında olmalı. Sabiha anne geçen hafta babannesini kaybetti. İlk haberi bizim evde aldı. Ne kadar üzgün olduğunu biliyorum. Hemen o akşam memlekete gittiler. Karadenizde babannelik çok önemli bir konummuş. Çocuklara hep babanneleri bakarmış. Onada küçüklüğünde babannesi çok bakmış, çok oynamış. Bu aralar Çınar'la oynarken belki vakit onun için daha kolay geçer.
Çınarla bu aralar teyzesinin gönderdiği cam stickerlarıyla oynuyoruz. Evde eski bir melamin tepsinin arkasına yapıştırdım. Yerlerini değiştire değiştire oynuyoruz. Puzzle yapmaktan nefret eden oğlum bunu birazcık sevdi. Yarın görüşürüz.
6 Haziran 2010 Pazar
Çadırımın Üstüne Şip Dedi Damladı
Merhabalar,
Bu akşam yazlıktan döndük ve süper bir hafta sonu geçirdik. Herşey süperdi, en son yaptığım irmik tatlısı hariç. Hemen Müge ablaya atıfta bulunuyorum, karamelli irmik tatlısı berbat oluyormuş. Bir kere benim yaptığım karamel sıvı olmadı. Gayet şeffaf, kahverengi-sarımsı cam gibi kaldı tatlının üstünde. Kesilmiyor, kırılıyor. Sanırım ben karamel yapmayı başaramadım. Hazır poşette falan satılırsa kullanalım ama tencerede, şekeri çevire çevire yaptığım şey ancak içine çubuk koyup horoz şeker olabilirdi :)
Cuma akşamı annemler beni işten aldılar, hep beraber yazlığa gittik. İş yerinde en son saksıdan kiraz domates alıp, aşağıya, oğluma götürdüm. Yazlığa varıncaya kadar deniz sayıkladı. Varır varmaz denize girdik. Annem, ben ve Çınar. Bir aile ancak bu kadar suya düşkün olur. Oğlum delirdi, denizde şıp şıp oynadık, hep beraber sokak lambaları yanıncaya, güneş iyice batıncaya kadar yüzdük. Eve geldiğimizde ben sıcak birşeyler içtim ve öksürük başladı :) Bütün suç o sıcak mercanköşkmüdür nedir onda; neidüğü belirsiz otta çöpte. Cumartesi doğal olarak ben yattım, diğer aile halkı denizdeydi. Ananem ve dedemde katıldı annemlere. Denizden geldiklerinde annem Çınar'a bahçedeki süpürgelerden apaçi çadırı yaptı. Oğlum sevinçten çıldırdı. Denizi falan unuttu. O çadır sayesinde iyileşme sürecimiz başladı :) İçinde yatıyor, başka taraflarından kafayı çıkarıp toprağı inceliyor, böceklere bakıyor vb. vb. Bir ara ben , bir ara dedesi misafirliğe gittik çadırına. Bize şekerlerinden ikram etti kuzum. İlk defa oğluma misafir gittim.... Çocuğum büyümüşte kendine ait alanları olmuş...
Bugün dönüş yolunda "Çadırımın üstüne şip dedi damladı" diye şarkı söyledik. Çınar bağırıyor "Benim çadırıma şıp diye üzüm düştü annee" diye. Çadırının üzerindeki asmadan şip diye üzüm taneleri düşermiş :)
4 Haziran 2010 Cuma
Süper Tatlı
Merhabalar,
Bugünlerde işler çok yoğun, benim sesim hala kartoloş, hala burnum akıyor. İşlerin yoğunluğu benim suçum değil, ama hastalıkta biraz parmağım var gibi. Tam iyileşmeye başladığım esnada, bir öğlen arası Özsüt'ün önünden geçerken "hadi dondurma alalım" teklifini reddedememem sesimi stabil halde kartlaştırdı. Yaklaşık on gündür iş yerinde odada herkes dondurma yedi ve ben baktım. Özsüt'ün önünden geçerken naneli-çikolatalı dondurmayı görünce dayanamadım. Ozan ve Figen'le aldım. Annemlere itiraf edemiyorum ama gerçek bu. Yinede pişman değilim. After Eight tadında dondurma süper bir icat. Neyse... Bugün süper bir tarif veriyorum. Hem çok pratik hemde görüntüsü çok güzel.
Müge Ablanın İrmik Tatlısı
Malzemeler:
- 1 lt süt
- 10 kaşık irmik
- 11 kaşık şeker
- 1 paket vanilya
- 1 paket kare kakaolu bisküvi
- 1 paket Dr. Oetker çilekli jel
- Yaklaşık 250 gr. taze, yarım kesilmiş çilek
Süt, irmik, şeker ve vanilyayla irmik tatlısını yapın. Borcama yarısını döküp bisküvileri dizin. Kalan tatlıyıda döküp, soğuması için biraz bekleyin. Tatlı soğuduktan sonra çileklerle süsleyin ve suyla hazırladığınız jeli üzerine dökün. jel tatlı için fazla geliyor.
Artan jeli, çileklerle değerlendirebilirsiniz. Evde olan fazla çileği küçük küçük doğrayıp üzerine bu jeli döktüm. Oldukça lezzetli oldu.
Bu akşam yazlığa gidiyorum. Bakalım oralar nasıl, yerinde duruyormu? Annem bahçeye bir sürü çiçek diktiğini söyledi. Yeni resimler ve fikirlerle haftaya görüşürüz. :)
2 Haziran 2010 Çarşamba
Yeni Komşumuz
Merhabalar,
Bugün size yeni komşumuzdan bahsetmek istiyorum. Dün akşam eve geldim, Çınar'la biraz vakit geçirdik ve beni birşey göstermek için Deniz teyzesinin odasına götürdü. Pencerenin önünde kaldırılmak üzere bekleyen yorganların tepesine tırmandı, pencereyi araladı ve "Bak anne, kuşlar var. Bunlar karga kuşu" dedi. Birde baktım ki evin önündeki çam ağacının tepesine kargalar yuva yapmış. İki tanede yavru karga var. Aslında yavru karga nasıl olur pek bilmiyorum... Çokta küçük değillerdi, belki çocuk-ergen falandırlar. Akşamki rüzgarda ağaç sallandıkça yuvada tepesinde püfür püfür sallanıyordu. Çınar "anneleri onları ayaklarında sallamıyor anne, ağaç sallıyor" dedi. Ahh yavruuuum. Sen o yavruları nasıl sallaya sallaya uyuttun tatlım. Son zamanlarda Çınar'a ayakta sallanarak uyumaması gerektiğini anlatıyorum. Biz büyüklerin uykumuz geldiğinde nasıl kıvrılıp yattığını, yaşıtlarınında uykusu gelince yatağa girip uyuduğunu anlatıyorum. Hatta Calliou'nun yatağını konuştuk, arkadaşı Bilgesu'da öyle uyuyormuş, Canan artık onu sallamıyormuş. Böyle söyleyince Canan'a taktı. Sanki Canan kızını sallamayınca onu cezalandırıyor diye düşündü. "Niye anne? Niye Canan Bilgesu'yu sallamıyor? Ne yapmış Bilgesu?" diye sorup duruyor. Oğlum hepimiz büyüyoruz, yaşam evrelerle dolu. Sen bebekliği bitirdin, kocaman çocuk oldun artık diyorum. "Yok daha o kadar büyümedim, sen salla" diyor. Bir süre daha böyle devam edeceğiz, zaten ikimizde hastayız. Hiç yeni şeyler denemenin zamanı değil. O enerji ikimizde de yok. Çınar'ın merakı ve araştırmacılığıyla yeni komşularımızı tanıdığıma memnun oldum. Oğlum benden dolayı kargaları çok iyi bilir. Benim şehir hayatında belkide tek korktuğum hayvan kargadır. Daha okuldayken sabahları vapura binerken, sahilde, sabahın köründe bir sürü karga olurdu. Bana şeytanın ulakları gibi geliyorlardı. O sabahın tenhalığında, sessizliğinde ve serinliğinde çok ürkütücü görünüyorlardı. Hele bet sesleriyle gaklamaları kulaklarımı tırmalıyordu. Dün Çınar yuvayı gösterdiğindeyse bir aileyle tanıştım. 5-6 kişilik bir aile. Bir ağacın tepesinde, sallanan bir aile. Pencerenin önünde Çınar'la onlara şarkı söyledik.
Karga karga gaaak demiş
Çık şu dala baaak demiş
Çıktım baktım o dala
Bu karga ne budala
1 Haziran 2010 Salı
Yazın İlk Günü
Merhabalar,
Yazın ilk günü ve ben hastayım. Başım, yüzüm ağrıyor, gözlerim sulanıyor, burnum sebil oldu... Eve gidip annemden ilgi görmek istiyorum. Oğlum yanıma yatsın, beraber televizyon seyredelim, Calliou nun bilmem kaçıncı defa aynı bölümlerini izlemek istiyorum. Neden çizgi filmlerde hep ideal hayatlar var. Hastayken tembellik eden, yemek yapamayan, kendine bakamayan anneler yok. Anne oldun mu 7/24 güleç, sağlıklı, her şeyi bilen ,süper pratik, portatif , bionik kadın olmanı neden beklerler ki? Merak edenler için söyleyim: daha bionik kadın üretilmedi. Kadınları bionik yapan haplar Türkiye'ye ithal edilmiyor. Eskiden olsa anne deyince aklıma iki şey gelirdi: beyaz ve şişman :) Anne dediğin beyaz ve şişman olmalı. Zayıf, evde olmayan, ıhlamurun hangi dolapta olduğunu bilmeyen biri anne olamaz. Ya da şüpheli bir durum olarak değerlendirilir. Eve girildiğinde yemek kokmalı, vanilyalı kekler kokmalı. Bende mi o ideal annelerden istiyorum yoksa? Anne olunca birden bire tüm yemek kitaplarını doğal olarak bileceğimi, doğal olarak termostatımın yükselip, sıcak kanlı bir kadın olacağımı düşünüyordum. Çocuğum yanıma geldiğinde ısıtacaktım onu. Ama öyle olmadı. Ay herşey için emek gerekiyormuş. Yemek için çabalıyorum ama termostat işi hala kilit. Neyse.... Ben biraz dinlenip öyle işe geleyim bari. Hastalık bana yaramıyor. Olumsuzluğu tüm bedenimi ve ruhumu sarıyor. Yarın görüşürüz.
Yazın ilk günü ve ben hastayım. Başım, yüzüm ağrıyor, gözlerim sulanıyor, burnum sebil oldu... Eve gidip annemden ilgi görmek istiyorum. Oğlum yanıma yatsın, beraber televizyon seyredelim, Calliou nun bilmem kaçıncı defa aynı bölümlerini izlemek istiyorum. Neden çizgi filmlerde hep ideal hayatlar var. Hastayken tembellik eden, yemek yapamayan, kendine bakamayan anneler yok. Anne oldun mu 7/24 güleç, sağlıklı, her şeyi bilen ,süper pratik, portatif , bionik kadın olmanı neden beklerler ki? Merak edenler için söyleyim: daha bionik kadın üretilmedi. Kadınları bionik yapan haplar Türkiye'ye ithal edilmiyor. Eskiden olsa anne deyince aklıma iki şey gelirdi: beyaz ve şişman :) Anne dediğin beyaz ve şişman olmalı. Zayıf, evde olmayan, ıhlamurun hangi dolapta olduğunu bilmeyen biri anne olamaz. Ya da şüpheli bir durum olarak değerlendirilir. Eve girildiğinde yemek kokmalı, vanilyalı kekler kokmalı. Bende mi o ideal annelerden istiyorum yoksa? Anne olunca birden bire tüm yemek kitaplarını doğal olarak bileceğimi, doğal olarak termostatımın yükselip, sıcak kanlı bir kadın olacağımı düşünüyordum. Çocuğum yanıma geldiğinde ısıtacaktım onu. Ama öyle olmadı. Ay herşey için emek gerekiyormuş. Yemek için çabalıyorum ama termostat işi hala kilit. Neyse.... Ben biraz dinlenip öyle işe geleyim bari. Hastalık bana yaramıyor. Olumsuzluğu tüm bedenimi ve ruhumu sarıyor. Yarın görüşürüz.