29 Eylül 2010 Çarşamba

Kilimli

Merhabalar,
Zonguldak’ın Kilimli ilçesinden sesleniyorum. Bugün Pınar’cığımızı ziyaret edip, öğlen beraber yemek yemeğe karar verdik. Dışı güzel görünen bir kebapçıda yemek yedik. Bu yemek küçük yerlerde her şeyin güzel olamayacağına bir kanıttı. Ondan adını adresini vermiyorum. E bari biraz çabuk sindirelim diye yürüyüş yaptık. Sahile indiğimizde Kilimli Belediyesi’ne hayran kaldım. Küçük yerlerdeki çocuklar meğer ne şanslıymış. Benimkisi şehirli koskoslanması. Lütfen söyleyin, siz hç halka açık bir belediye parkında böyle oyuncaklar gördünüz mü? Biz burada dakikası bilmem kaç TL ye çocukları böyle parklara götürüyoruz.





Önce şövalyeli, ardından korsanlı-kaptanlı oyunlarla deniz kenarında koşturduk. Burada sürekli yağmur yağdığı için çocuk arklarına kum koymamışlar. Sürekli çamur oluyormuş. Her taraf halı kaplı.
Bu oyuncakların önünde coşkun bir deniz var.
Ara ara kamelyalar konmuş, diğer yerlerde de bir sürü bank var. Sarı oğlum Çınar’la karga bulamadık, bankarın, ağaçların arasında güvercin kovaladık.



Kilimli’deki sahil şeridinde dikkatimi çeken şeylerden biride, maden vagonuydu.



Burada tren hala çok kullanılan bir taşıt. Trenin bu kadar kullanılması çok hoşuma gitti. Daha önce bir süre mağaracılık yaptığım için o ellerinde fenerlerle madenci heykellerini ve madencilerin dünyasını kendime yakın buldum. Size klostrofobik gelebilir; mağaralarda gün ışığı yoktur. Işığınızı söndürdüğünüz anda, körlerin karanlığına kavuşursunuz. Körlerin karanlığı dememin sebebi, normalde gözlerinizi kapatsanızda ışık sızar, benekler, biçimsiz şekiller ya da koyu bir grilik görünür. Körlerin karanlığında hiçbir ışık zerresi yoktur. Toprakla kaplı olmak ya da yer kürenin içinde bir yerlere ilişmek böyle bir şey. Üzerinize bir yorgan gibi dünyayı çekmiş olursunuz.
Neyse… Gezimize döneyim. Parkta koşuşturmaktan biraz terledikten sonra sıcak birşeyler içmek için etrafa bakınırken, Halk Evi’ni gördük. Merak edip içeri girdik. Biz çay, Çınarcığımda oraletini içerken etraftaki posterlere, özlü sözlere, oraya gelen insanlara baktık. Hemen bizimle tanıştılar. İzmir-Zonguldak, deniz-kaptanlık gibi konulardan sonra kaltık.Zonguldak’ta bu insan ilişkilerindeki sıcaklık,içtenlik öldürecek beni. Nereye giderseniz gidin hemen yabancı olduğunuzu anlıyorlar ve kime geldiğinizi soruyorlar. Öğrendikten sonra onu tanıyan insan arayışına geçiliyor. Herkes gelen turiste yardımcı olmaya çalışıyor. Hatta kaç kere sorduğum adrese beni yürüyerek bıraktılar. Hala böyle insanlar var mıydı? Kilimli’nin köylü pazarına gittiğimizde ben özümü buldum. En çok olgun olgun kızılcıklara sevindim. Babannemler kızılcığa “kiren” derler, Akdenizlilerse “ergen” der. Tadı hem ekşi, hemde lezzetli diye herhalde. Pazarda satılan değişik şeylerden bir diğeri boy otuydu.



Bu bitkinin kuru kısımları ve tohumları tarhana yapımına kullanılıyor. Güzel kokulu. Bir diğer farklı şeyde kırmızı biberdi. Pazarda görünce dayanamadım aldım. Kırmızı çarliston biberi. İzmir’de bir turşu fabrikası, bu kırmızı biberi önce kurutuyor, ardından turşusunu yapıyor. Tabii ben yemeğe doyamıyorum :) Sabiha anneyle deneyeceğiz, bakalım nasıl bir şey olacak.



Kırmızı biberi, nasıl tüketeceğimi satan kadına sorduğumda “bilmem salataya koy, yemeklere falan kat” dedi. Turşusunu yapmayı planlıyorum dediğimde “Uyyy, ne bilem hiç turşusunu duymadık” dedi. Bize kulak misafiri olan yan komşusu, “Aha bi deneyelim” diye katıldı. Oradakileride turşuya kışkırttık. İnşallah güzel bir şey olurda rezil olmayız. Önümüzdeki günlerde Amasra’da olacağız. Görüşürüz.

67-ZONGULDAK

Merhabalar,
Manisa-Ankara yolculuğu, Afyon’da sucuklu-lokumlu molamız, kısa bir aradan sonra Ankara’yla buluşma. Ankara’da eski dostları görme, iş toplantısı derken, yola çıktık. Yol üstünde Ankara Hatırası olarak Beypazarı Kurusu aldık. Yolda güle oynaya, dura kalka, yiye içe Zonguldak’a vardık. Otobanda arabayı ben kullandım. Bu cümle dört kelimeden oluşuyor, ama kapladığı alandan fazla böbürlenme ve gurur taşıyor. Afyon’dan gelirken Köroğlu Beli’nden geçerken de ben kullandım. Bu cümlenin kapsamı daha fazla :) Konsepte uyup yolda önce Kazım Koyuncu, sonra Volkan Konak ardından da Türüt dinledik. Yemyeşile yaklaştıkça koku değişti, nem değişti. Kimse bana daha önce merdivenlerden bahsetmemişti. Neden bahsetmediniz? Zonguldak demek merdiven demekmiş. Bunu kan ter içinde öğrendim.

Karıştırıyorum gördüklerimi. Sanırım başından başlamak en doğrusu. Pınar’ın evine geldik; Zonguldak - Kilimli. 202 evler diye geçen bir semtte oturuyoruz. Panoromik deniz manzarası ve çılgın Karadeniz’in dalgalarını izliyoruz. Evde sürekli bir dalga sesi duymak güzelmiş. Sabah kalktığımızda hemen eşofmanlarımı giyip sahile yürüyüşe çıktım. Yolda merdivenlere ve apartmanlara şaştım kalktım. Kaldığımız apartmana girdik ve üç kat yukarı çıktık. Ama aslında apartmanın altıncı katındayız. Apartmanlar önden üç katlı, arkadan altı katlı. Ama aşağıdaki apartmana bakınca aslında 12. katta olduğunuzu anlıyorsunuz. Karadenizli zekası sanırım bu. Benim çözmem zaman aldı, artık gözüm alıştı. Sahil yolunda yürürken defne kokusu ve incir kokuları vardı. Buranın inciri bizim ege bölgesinin inciri gibi değil. Bizim incirler daha geniş, yüzeyi daha farklı. Buranın incirlerinin görüntüsü bana çekici gelmedi. Aslında çok olgun ve kokulular. Ama Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi geldi bana. Defneyse daha canlı. İzmir’de bahçe kenarlarında çalı olarak kullanılır. Kurumsu, odunsu, dalından rahat kopan bir yapısı vardır. Buradaysa doğal bir bitki. Ortalık yerde kendinden çıkıyor ve yetişiyor. Yeşil ve ince yapraklı. Önceleri botanik bilgimede pek güvenmediğimde ilişmedim. Yarın elime küçük bir torba alıp biraz toplayacağım. Bugün kuşburnu topladım.



Ege’de kuşburnu daha uzun olur, buradaysa iki türlü var. Tombul cinsinden topladım, çay yapacağım. Zonguldak’ta Radar Tepesi diye bahsedilen bir mesire yeri var. Radar, Karadeniz’in deniz kenarındaki en yüksek yeriymiş. Askeriyeden kalma olan tesis, yeni yeni halka açılmış. Eski teknolojide oraya bir radar yerleştirmişler ve Karadeniz’den gelebilecek şeyleri izliyorlarmış. Artık ileri bir teknolojiyle uydudan izleniyormuş. Tesiste tüm manzarasıyla halka kalmış. Radar’ı ararken yerini sorduğumuz bir kişi “tooğru gidin, tabelalaru görürsünüz.” dedi. Tabelaları göremeyince başkasına sorduk “dimdirek gidin, tabela var.” dedi :) ve biz yanlış bir yere vardık. Kapılarda kırmızı saten kumaş üzerine Çince-japonca bir şeyler yazan, ejderli mejderli bir yere geldik. Alla alla bu Japon pazarları- bir milyoncular heryerde, diye bakınırken, açıklama geldi, en güzel maden kuyusunu Çinliler yapıyormuş. Gelen Çinli mühendisler bu tepede yer kiralıyorlarmış.



Eğer yolunuz Zonguldak’a düşerse Radar’a bir gelin. Tüm Karadeniz ve şehir ayaklarınızın altında, arkadaki seddin ardında da Çinliler var :) Fındık bahçeleri ve maden ocakları manzaralı. Mangalınızı alırsanız piknikte yapabilirsiniz. Dönüş yolunda Fener denen semte uğradık. Fener demelerinin sebebi, deniz fenerine yakın olması. Eski olan bu semt sit alanı ilan edilmiş. Kayınvalidemin gittiği ilkokulu gördük. Oynamış olması muhtemel parklarda oğlum oynadı. Ağaçlara saklandık, ceviz topladık. Ve finale geliyorum… Zonguldak’ta çok büyük bir alışveriş merkezi varmış(Demirkapı). En üst katında akşam yemeği yedik. İlker bize Akçaabat köfte ısmarladı.



Gördüğünüz resmi, oturduğum yerden çektim. Burada köftenin yanında iri bulgurdan pilav ikra ederek yapıyorlar. Ege’deki gibi yeşillik ikramı yok. Yemeğin yanında ayran, üzüm şırası ya da şalgam suyu içebiliyorsunuz. Sıcak pideyle ve susamlı ekmekle köfte servisi yapıyorlar. Köfteye bayıldım. Ayranlar 330 ml lik, öyle hüpletmeyle bitmiyor. Pideler ve bulgur Akçaabat’tan geliyormuş. Herkese yemeğin yanında tatlı ikram ediyorlar.



İkram edilen bu tatlıda Akçaabat’tan geliyormuş. Bence getirmeye devam etsinler. Yakınlarda bir tatlıcıyla anlaşıp, lezzeti dağıtmasınlar. Gördüğünüz bu tatlı, fındıklı sarma gibi bir şey. Fındık un halindede değil, iri ceviz gibi de değil. Belli bir mm aralığında, ağızda dağılırken, hoş bir aroma yayılıyor. Genelde fındıklı tatlılarda bir lezzet düşüklüğü lur. İster istemez insan cevizliyle kıyaslar ve fındık yenilgiye mahkumdur. Bu tatlıya kadar böyle düşünüyordum. “Bu kadar lezzetli olduğunu bilseydim, daha az pide ve sıcak ekmek yerdim.” Dedim. Bana küçük bir paket hazırladılar :) Ne diyebilerim; vay canına! Üç kişi Akçaabat köfte, ve ayran söyledik. Yanında bulgur pilavi, tatlı ve demleme çay onların ikramı. Toplam gelen hesap 27 TL. Buna ilgi ve alakaları, güleryüzleri dahil. Yarın yolculuk Amasra’ya. Görüşürüz.


AKÇAABAT DÖNER
DemirPark AVM Kat:3 ZONGULDAK
Telefon 257 88 60

28 Eylül 2010 Salı

Yolculuk

Merhabalar,
Bugün 19 Eylül 2010. Yani dün Mesut evlendi. Figenler’le (böyle mi yazılır?) Salihli’deydik ve her şey çok güzeldi. Ve bugün, küçük Kaan’ın doğum gününden bir gün önce. Zonguldak’a gitmeden önce Ankara’da geçireceğim tek gün. Kısacası trafiğimizin ortasındayım. Yarın, Sabiha annem Ankara’ya gelecek, beraber Zonguldak’a geçeceğiz. Nasıl bir yer acaba çok merak ediyorum? Ziyaretine gittiğimiz Pınar, evinin önünün plaj olduğunu söyledi. Eylül’ün 20’sinden sonra Karadeniz’de denize girilir mi? Belki oralarda da termal yerler buluruz ve sıcacık takılırız. Kömürün, şehri kalın bir sis tabakasıyla sardığı söyleniyordu. Yeşil-gri bir şehir mi olacak? Pencereden, denize yağan yağmuru mu izleyeceğiz?Öyle olursa kaloriferin yanında fındık kırar, çay içeriz. Eğer hava bayağı soğuk olursa mısırda patlatırız. Aslında en çok İlker’le yürüyüş yapmayı özledim. Hiç bilmediğimiz bir şehirde, hiç bilmediğimiz sokaklarda dolaşmak sürpriz dolu olacak :) İnşallah cep telefonumdaki sorun çözülür ve bende bir sürü resim çekerim. Zonguldak’ı bilen varsa, lütfen bana görmemi önereceğiniz yerleri yazın. İnternette gezdiğim kadarıyla Devrek, Safranbolu ve Amasra’ya kesinlikle gitmeliyim. Galiba ben görülecek yerlerden çok, tanınacak insanları merak ediyorum. Pınar, Karadenizli her yerde Karadenizli diyor. Hergün bir fıkra yaşadığını anlatıyordu. İnsanlar saman alevi gibi sinirlenip, birden sönüveriyorlarmış. Sivri akılları, uyanıklıkları, dilleri ve hareketleriyle Karadenizlileri ziyaret edeceğim için heyecanlanıyorum.
Hava soğumaya, Çınar üşümeye başladı. Oraya yarın akşam vardığımda ilk iş, yoğurtlu çorba yapacağım.



YOĞURTLU ÇORBA
Malzemeler:
- 1 kase yoğurt
- 1 yumurta
- 1 yemek kaşığı un
- 1 çay bardağı pirinç
- 1 kaşık tereyağ
- 1 çorba kaşığı kuru nane
- 1 tablet tavuk suyu
- 1 lt su
- Tuz
Yoğurda, un, yumurta ve pirinç ekleyip çırpıcıyla iyice karıştırın. Yavaş yavaş su ilave ederek seyreltin. Kaynamaya başladıktan sonra, et suyu tabletini ekleyin. Pirinçler iyice şişip pişinceye kadar pişirin. Ayrı bir tencerede ya da cezvede tereyağını ilave edin, yağ kızmaya yakın içine naneyi ekleyin. Hazırladığınız kokulu yağı, çorbaya ekleyip karıştırın.

Böyle serin havalarda, yenilebilecek en güzel yiyecek, çeşit çeşit sıcak çorbalar. Hem içinizi ısıtıyor hemde sindirimi kolay. Bu aralar hemen her gün başka biryerde olduğumuzdan sürekli seyehat halindeyiz. Bugünlerde hiç ağır bir şey yiyecek halim yok.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Bayram

Merhabalar,
Bayramın son gününden yazıyorum. Çok değişik bir bayram tatili geçirdim. Bu bayramda İzmir’de kalmayı planlıyorduk. Eşimi işi gereği bayramda çağırabilirlerdi, ama çağırmadılar. Bizde annemlerin yazlığına kaçtık  Uzun zamandır görmediğim kardeşimde geldi ve çok mutlu oldum. Deniz’i çok özlemişim. Çınarcıkta teyzesinin getirdiği ışıklı ayakkabılara, en çokta renkleriyle aynı renkte alevleri olan mumlara bayıldı. Daha önce yeşil alev görmemiştim. Mavi alevde farklı geliyor ama ocak alevi gibi diyip geçebiliyorsunuz. Hala nasıl yapıldığını anlayabilmiş değilim. Fizik’te optik derslerini iyi dinlememişim. Fizik öğretmenlerim kendilerini kötü hissetmesinler, tamamen benim hatam.
Yazlıktayken Çınar çok eğlendi. Onu evin dışına çıkartamadık. Ne zaman bir yere gidecek olsak “anne benim evde işlerim ar. Bahçeyle ilgileneceğim anne, tamirat yapacağım” diyip beni ekiyordu. Akülü arabalar varmış tatlım, seni onlara bindirelim, şunu yapalım bunu yapalım desem de etkilemedi onu. Hal böyle olunca ben ona takıldım. Bol bol Caillou izledik. Hayali tamiratlar yaptık, bahçe suladık, ağaçtan incir ve iğde topladık.



İncir toplarken, olmuş, olmamış demeden hepsini toplamaya başladı. Boyunun yettiği hiçbir taneyi affetmedi. En son olgun bir taneyi yolarcasına eline alıp “ bunu yiycem!!!” diye bağırdı. Hiç engel olmadım. İlk defa incir yiyecek diye sevindim. Küçücük elleriyle bize özenip soymaya başladı. İncir dımdızlak kalınca kocaman bir ısırıkla ağzına attı. “Ne kadar tatlı, ne kadar güzel değil mi oğlum” diye arkada onu onaylarken bizimki tükürmeye başladı. Dilini üstüne bir güzel sildi, “sen ye anne” dedi. İyi o zaman diyip iğdeye yöneldik. Belime bir poşet bağlayıp dalları eğmeye başladım. Benim küçük oğlum, küçük küçük elleriyle iğdeler topladı. Şu koyu renk olanları olmuş paşam, onları topla dedim. Beraber toplarken babamda bize yardım etti ve merdivene çıktım, Oğlum durur mu? Oda çıktı. Beraber topladık iğdeleri, ardından onun gazetesini açıp, güneşe serdik. Gidip gelip yedik ama Çınar bu tadı pek bir şeye benzetemedi. Hem tozlu tozlu, hemde çok aromalı değil. Sabah, 2-3 yaprak ve taneyle çayını yaptım. Görende süper bir şey zanneder; oğlum bayıla bayıla içti. Sanırım iğdenin, onun için en tüketilebilir hali bu.

Sonra sahile inip ailecek deniz girdik. Babası Çınarı ilk defa denizde kendi başına yüzerken gördü.



Pür denizde, ağaçların önünde ailecek bayramın son gününü geçirdik. Nice böyle bayramlara…

15 Eylül 2010 Çarşamba

Yenilikler

Merhabalar,
Uzun bir aradan sonra yine beraberiz. Bayramdan beri bilgisayar işlerimi bir türlü halledemedim. Önce evdeki bilgisayarıma virüs bulaştı, ardından işyerindeki bilgisayarım çöktü. En garip olanı, ekranın disko gibi yanıp sönmesi, gidip gelmesi. Yani aslında bilgisayarım çalışıyor, ekranım iyi, ama ekranım aynı periyotta gidip gidip geliyor. Bilgi işlemdeki arkadaşlar, bilgisayarımın tatile ihtiyacı olduğunu söyledi. Sanırım benimde kısa bir tatile ihtiyacım var. Haftaya küçük bir tura çıkmayı planlıyorum. Önce Salihli, ardından Ankara ve en sonda Zonguldak'a geçeceğim. Zonguldak mı? demeyin. Benim içinde süpriz bir şehir. Bakalım nasıl bir yermiş, Batı Karadeniz'i ailecek gezeceğiz. Bilgisayarım gibi bende error vermeye başladım. Yoğun ve üzücü geçen bir haftadan sonra, kendimi önce mutfağa vurdum. Bir sürü tatlı ve yemek yaptım. Aspiratörün altını, ocağın arkasını yağçözle sildim. Sonra evi düzenlemeye, derleyip toplamaya, açmadığım çekmeceleri açmaya, dolap diplerine düzenlemeye başladım. O kadar düzenliyim ki eşimin akşam sehpaya uzattığı ayaklarını bile düzeltip, düzgün durmasını istiyorum. Bu son düşünce ayılmamı sağladı. Dün kendime 2000 lik bir puzzle aldım. Artık kimseye sallaşmadan, kendi halimde takılacağım.



Bu resim bana çok mutluluk verdi. Anneme yaptığım japon kız puzzle bitti. Çok güzel bir tablo oldu. Her baktığımda başka bir ayrıntısına takılıyorum. Bu puzzle sa tam bir aile resmi. Beni uzun bir süre oyalar herhalde.

Dün kızkardeşim Deniz bir yemek tarifi göndermiş. Bizim kız mutfakta boş durmuyor. Daha önce bana bu tarifi vermişti, yapmak daha nasip olmadı, dayanamamış, yapmış resmini yollamış tatlım.

DENİZ'İN MİLFÖY BÖREĞİ
Malzemeler:
- Milföy yaprakları
- Bir küçük kavanoz garnitür
- Kuşbaşı et
- Sıvıyağ
- Tuz, karabiber, toz biber
- Bir yumurta
- Kavrulmuş susam




Küçük küçük doğranmış kuş başı etleri, sıvıyağda kavurun. Pişen etlere tuz ve baharatları ekleyip beş dakika daha pişirin. Milföy hamurlarını, yağlanmış tepsiye tepsiye dizin. Üzerine, pişirdiğiniz et karışımını yayın. Süzülmüş garnitürü üzerine döküp, milföylerin birleşiminden oluşan bir kapakla kapatın. Üzerine bir yumurta sürüp, susamları sepeleyip fırına verin. Deneyenler anlatsın. Nasıl olmuş?

8 Eylül 2010 Çarşamba

Dikili





Merhabalar,
Dün ilk defa Dikili'deki gümrük alanda iş yaptım. İzmir'den oldukça uzak olan bu yerde ilk görevim oldukça yorucu geçti yinede benim için bir o kadarda yeniydi. Öncelikle Sasalı'daki işlerimi bitirdim. Ardından "Ver elini Dikili" diye yola çıktık. Yollarda genelde romanlar okurum. Bu sefer kitabımı çantama koydum ve etrafı izledim. Zeytin ağaçlarına, ağzını kocaman,iştahla açmış gibi bakan incir tanelerine baka baka Dikili'ye geldik. Dikili Gümrük Müdürlüğü'nün yeri deniz kenarında süpper bir yermiş.



Bahçelerinde domates, salatalık, meyve yetiştirdiklerini görünce çok şaşırdım. Narlar öyle olmuşki, çatlamış, kırmızı taneleri görünüyordu. Benim öyle ağzım sulanmış, bakakalmışımki, yanımdaki gümrükçü kahkahalarla bahçeye gidip, bir tane koparıp geldi. "Abla göz hakkı, al bir tane " dedi. Ben tabii utançtan yerin dibine geçmiş bir vaziyette kaldım. Bu kadarda bir istek insanın yüzünden belli olmamalı değil mi? Çantama narı attım ve gelenleri gidenleri bekledik. İşlerimizi halledeceğimiz antrepo Alım Hanım Çiftliği'nin yanındaydı. Hiç böyle güzel bir çiftlik görmemiştim. İşlerimizi halledip döndüğümüzde vakit oldukça geçti, bende oldukça yorgundum. Eşim bayram çikolatalarıyla eve gelince dünyalar benim oldu. Önüme bir paket çekip yarıladım :)

Akşam oğlumu almaya gittiğimizde ona hediye olarak çantamdaki narı verdim. Yavrum, narı görünce önce şaşırdı. Bir eline sofra bezi almış, bir elinde tepsi, "hadi anne keselim" dedi. Soymaya başlayınca, diğer dallardaki gibi içinin kırmızı olmadığını, şeffaf olduğunu gördük. Demekki narın rengi en son kırmızıya dönüyormuş. Tadı önce oluşup, sonra rengi değişiyormuş. Bir narı oğlum yiyince çok mutlu oldum. Akşamın ikinci süprizi, Deniz Teyzesi'nin Amerika'dan eve gelmesiydi. Elindede iki bavul hediyeyle gelmiş. Hediye dediysem sadece ışıklı ayakkabı, bir iki çikolata değil. Mavi, kırmızı, yeşil alevle yanan mumlar. Suya konunca şekli ortaya çıkan değişik oyuncaklar, neler neler getirmiş. Belli ki orada da ince ince düşünmüş bizleri. Bayramları çok seviyorum. Bu hafta bayram olmasa biz böyle bu kadar birlikte olamazdık. Akşam yemeğine davetli iki arkadaşımızda geldi ve kalaalık bir sofrada yemek yedik. Bugünden itibarende yazlıktayız ve yazlık komşularımızlayız. Herkese iyi bayramlar :)




Tek İftar

Merhabalar,
Uzun zamandır şöyle uzun uzun yazmak istiyorum. İşlerin yoğunluğundan ancak bir-iki tarif verip resmini koyabildim. Ay içim sıkıldı. Artık burada yazmak benim için bir gereklilik olmuş. Yazmadığımda birşeyler eksik oluyor. Öncelikle Pazartesi akşamı verdiğim iftar yemeğinden bahsetmek istiyorum. Benim için çok güzel bir yemekti. Annemleri yemeğe çağırmıştım ve kafamda onlara fırında makarna yapmak vardı. Çünkü annem en çok benim fırın makarnamı sever. Yanında soya soslu-ballı tavuk yaptım. Salatalar: rus salatası, pancarlı sarımsaklı yoğurt, közlenmiş kırmızı biber, pırasa, barbunya pilaki, zeytinyağlı kabak, ve domates salatası vardı. Salatalar arasında en çok domates salatası beğenildi. Resmini çekmediğime çok yanıyorum. İlerleyen günlerde mutlaka resmini çekip, ayrı bir tarif olarak yayımlayacağım. Ana yemeklere ek olarak annemin yapıp getirdiği kadınbudu köfte ve mercimek çorbası vardı. Tatlı olarakda limonlu irmik tatlısı bulunuyordu.


Ve bu sofradan tek kare yok. Çünkü tam iftara sofra anca yetişti. Yetişir yetişmez, sofra dağıldı :) İşte bu sofradan fırın makarna ve tavuk tarifi.



FIRIN MAKARNA
Malzemeler:
- 1 paket fırın makarna
- 500 ml süt
- 1 fincan un
- 125 gr tereyağ ya da tereyağ tadında margarin
- tuz
- 250 gr kaşar peyniri



Derin bir tencereye bol su koyup, kaynamaya başlayınca tuz ilave edin. Ardından makarnaları ilave edip bir güzel haşlayın. Haşlanmış makarnaları süzgüye alıp üzerine bir su bardağı su dökün. Bir tencereye tereyağını koyup eritin, içine unu ilave edin. Kokusu çıkıncaya kadar kavurup üzerine sütü ilave edin. Biraz tuz ilave edip kıvamını alıncaya kadar ara ara karıştırın. Haşlanmış makarnayı fırın kabına ya da tepsiye döküp üzerine beşamel sosu dökün. Sosu iyice yedirerek karıştırın. Üzerine rendelenmiş kaşar peyniri yayıp fırında üzerini kızartın.


SOYA SOSLU BALLI TAVUK
Malzemeler:
- 1 kg tavuk göğsü
- 2 iri soğan
- Riviera zeytinyağı
- 1 çay bardağı süt
- 1 tatlı kaşığı bal
- 1 kaşık un
- 1 çay bardağı soya sosu
- Tuz,karabiber




Soğanları piyazlık doğrayıp, zeytinyağında kavuralım. Ölen soğanlara küçük küçük doğradığımız tavuk etlerini ilave edip, güzelce pişirelim. Pişen tavuklara, tuz, karabiber ve süt ilave edelim. Sütü tavuklar çekip, yine şeffaf bir yemek suyu oluşunca, unu katalım. Bir süre bu şekilde piştikten sonra bal koyup biraz karamelize edelim. En son soya sosu ekleyip beş dakika daha pişirelim. Dilerseniz soya sosu eklemeden, beyaz olarakta tüketebilirsiniz. Soya ürünleri GDO içeriğinden dolayı kuşkulu bakılan yardımcı lezzet bileşenleri. Kullanmadığınızda da oldukça lezzetli olan bir yemek. Bal, bu yemekte "Aman Allahım, tiksinç birşey olur bu" diye düşündürsede gerçekte çok yakışan, bu ahenkli yemekte tam yerine uyan bir nota.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Çilekli Komposto



Bundan yaklaşık bir ay önce, Çınar seviyor diye aldığım, sonra yazlığa, biryerlere gideceğimiz tuttuğu için yiyemediğimiz çilekleri ayıklayıp derin dondurucuya koymuştum. Aslında önce bir dakikalık bile olsa haşlamalıydım. Yani ders kitaplarımızda böyle deniyor. Enzimatik aktiviteyi engellemek için. Bense tembellik edip, sadece yıkadım. Geçen gün dolapta görünce, serin serin yapasım geldi. Eve gelen misafirin 2 kase içtiği kompostoyu umarım sizde beğenirsiniz.

ÇİLEK KOMPOSTOSU
Malzemeler:
- 2 kase dondurulmuş çilek
- Bir litre su
- 1 kase şeker

Suyu ve şekeri bir tencereye koyup kaynatın. İçine çilekleri ilave edin ve çilekler pişince altını sondurun. Kapağı kapalı olarak bir süre daha kendi sıcaklığında beklesin. Pirinç pilavlı yiyeceklerin yanına süpper oluyor. Afiyet olsun.

2 Eylül 2010 Perşembe

Sonbahar

Merhabalar,
Sonbaharın ilk günlerindeyiz. İzmir, sanki hemen anlamış gibi serinledi. Yazın o sıcaklarda çok yakındık, sonbahar gelir gelmez, ağırlığını koydu. Dün yağan yağmur tüm İzmir'i yıkadı. Artık havada partiküller, yerlerde tozlar yok. Net ve mavi bir İzmir hakim. Kim inanırki haftasonu denize girdiğimize. Benim küçük oğlum, 30 Ağustos 2010 (hemen resmi kayıtlara geçsin) ilk defa kendi başına -kolluklarıyla- yüzdü. Benden ananesine, ananesinden bana :) Suyun ortasında bir çırpınışı, bana yaklaşınca bir sarılışı vardı ki... En son can hıraş sarıldığında birde fırça kaydı. "Anne neden üzerine böyle tireyağ sürdün?!? Ne bu böyle?" 50 faktör güneş kremini anlatamadım bebişime. Sahilde kum oynadık, yazlığın bahçesinde çadır kurduk, salıncak yaptık, sırf oğlum istedi diye Ramazan Ramazan sabahın köründe mangal yaktık. Allah günahlarımızı affetsin, oruç tutanlar bizi bağışlasın, haklarını helal etsinler. Oğlum için bunları yaptığımızda, hem çocuk seviniyor hemde bu yaptıklarımızdan içten içe bizdede bir haz oluyor. En güzel gülümseme, sofrada patlıcan salatası ve kanatları yerken oluştu.



Ağaçtan incir topladık, bahçede taşla fındık kırdık. Hemen yakınımızdaki asma bu yıl üzüm vermedi. Meyveyi hastalık vurdu . Bende yapraklarını topladım. Birde oğluma iğdeyi tanıttım. İğdeyi bilen, hatırlayan var mı? Çınar pek birşeye benzetemedi. Tadındaki o unlu, havalı yapı farklı geldi. Aslında iğde bağırsaklara iyi gelir derler. İshali engellermiş. Servisteki Azize Hanım kokusunun zihni açtığını söylüyor. İnternettede bunu okumuştum.



http://www.ediyetisyen.net/igdenin-faydalari.html



Yukarıdaki sitede de iğdenin faydalarından bahsediyor. Bence hazır iğdeler olmuş, İzmir'in her yerinde ağaçlardan sarkarken, sizde uzanın bir tane alın. Yarın görüşürüz.