28 Kasım 2011 Pazartesi

Konfüçyüs - Seçmeler



Çınarcık ve İlker'le hafta sonları eski kitapçıya gitmemiz gelenekleşmeye başladı. Eskiden D&R ya da İnkılap Kitapevine giderdik. Artık oralara gidemiyoruz. Çınarcık büyüdü. Ensemde kötü bakışlı tezgahtar gerginliğiyle kitap bakamıyorum. Her an birileri Çınar'dan haylazlık bekliyor. Kuzumunsa kitaplar umru bile değil. Alış veriş tuzağı oyuncaklarda, ya da dergilerin promosyon hediyelerini inceliyor. Hediyelerine göre dergi seçmek istiyor, kitaplar neden hediyesiz anlamıyor.

Eski kitapçılarda çok özgürüz. Kimse kitaplara birşey olacak diye endişelenmiyor. Gönlünce dergiler karıştırıyor, masal kitaplarının başına oturup vakit geçirebiliyor. Aynı şeyler bizim içinde gerçerli. Karşıyaka'da, Smyrna Kitabevi, (eskiden adı İzmir Kitapevi'ydi) en az on yıllık kitapçımız. Konfüçyüs'ün Seçmeler'ini onlardan aldım. Çınacıkla okuruz diye birde Küçük Prens.

Okuduğum kitap olan Seçmeler “lun-yü” beni etkiledi. Özellikle Konfüçyüs’ün sadakat ve ana-babaya saygı hakkındaki yazıları ilgimi çekti. Ondan böyle sözler beklemiyordum ya da felsefe kitabında ana babaya saygı ve itaatle ilgili, bağlılıkla ilgili sözler duymak farklı geldi. Bireysel bir felsefe değil, hem insanı içsel olarak tartan hem de toplum ve aile içindeki kurallarla, davranışlarla birleştiren sözlerdi. Bazen davranış, düşünceyi doğurur. Eğer aile ya da toplum içinde davranışlarımızı kurallara uygun yaparsak bu geleneğin vermek istediği, yazılı olmayan fikri, insana düşündürebilir. Adetler, geleneklere saygı konusundaki duyarlılığı “Acaba bir dönem Anadolu’da bizimle mi yaşadı?” diye düşündürdü. Biraz Anadolu çocuğu tipi var.

Yaşadığı dönemdeki yozlaşmış dine, çok karşı çıkmış. Bunun dışında kurban törenlerine katılmış, törenlerde uygun giysiler giymiş ve oruç tutmuş. Bir ruhun, bir davranışın nesilden nesile taşınması, tarih içinde insanı, ataları tanımak için iyi bir yol. Giysiler, yemekler de taşınmalı, bilinmeli. Kendimizi, ailemizi, toplumumuzu tanımak için gerekliler. Cenaze ya da düğün törenlerindeki ritüellerde önemli. Nedenini uygulamadan önce anlamasak bile davranışın düşündürdüğü, hissettirdikleri var.

Yine Konfüçyüs’ün öğretmenliği ve siyaset konusundaki fikirleri de tanıdık geldi. Konfüçyüs, memuriyete çok önem vermiş. Memurluk tanımı ve görevi yönüyle bunun bir toplum hizmeti olduğunu düşünüyor. Devlet memurluğunda insan her zaman hak ettiği maaşı almaz. Bazen çok alır bazen ne kadar para verseniz o işin karşılığı değildir. Parayla değil, vicdanla ölçülen bir iş. Sonuçta kamu hizmeti… Bazı sözlerinde yönetimdeki yerini o kadar istiyor ki, koltuk düşkünü ya da hırs delisi olduğunu düşündüm. Bu kadar büyük bir bilgenin, yana yakıla bunu istemesi, gerektiği için olsa gerek.

Toplumsal davranışlarla ilgili “püf noktası” kitabı gibi, şu yapılır, bu durumda bu şekilde davranılır diye kategorize ederek yazmış. İhtiyaç duyanlar için davranışları listelemiş.

Bütün bu siyaset bilgisi, öğretmenliği, aile, insan ve toplum hakkındaki düşünceleri insanlara rehber olmuş ve onu takip etmişler. Konfüçyüsçülük bir din değil, bir felsefe. O kadar insana hitap ediyor ve mantıklı ki ihtiyaç duyuyorsunuz, takip ediyorsunuz. Bunu yaparken cinlerden, perilerden, cennetten cehennemden ya da görünmez güçlerden bahsetmemiş. Metafizik konulardan konuşmaktan kaçınmış. Peki o dönem sizce bu konular yok muydu?

Çok beğendiğim bazı sözleri aşağıdadır.

• Üstat dedi ki;
“Kendimi onbeş yaşında öğrenmeye verdim”
İrademe otuz yaşında sahip olabildim.
Kuşkulardan kırk yaşında kurtuldum.
Göğün düzenini elli yaşında öğrendim.
Sezgilerim yoluyla her şeyi altmış yaşında kavradım.
Kalbimin isteklerini doğru olan şeylere zarar vermeden yetmiş yaşında gerçekleştirebildim.

• Tzu-yü (Konfüçyüsün seçkin öğrencisi)anaya babaya sadakatin ne olduğunu sordu.
Üstat yanıtladı: “bugünlerde ana ve babaya sadakat ailenin geçimini sağlamak olarak anlaşılıyor. Ancak köpeklerle atlar da aynı şeyi yapıyorlar. Saygı olmazsa ikisini birbirinden nasıl ayırabilirsiniz?”

• Üstat dedi ki; “bir kişi inancı olmadan nasıl işini başarıyla yapabilir? İster küçük ister büyük olsun boyunduruk ve koşum olmadan arabalar nasıl yol alabilir?

• Konfüçyüs iki klasik müziğe ilişkin değerlendirme yaptı: Shao ve Wu. Shao ilkçay ortalarında bir bilge kralın tahta geçişini, Wu ise ilkçağda bir tiranın adil bir önder tarafından tahttan indirilişini anlatmaktaydı. Üstat, Shao’nun ezgisinin mükemmel ve güzel olduğunu, Wu’nun müziğinin de çok güzel, fakat mükemmel olmadığını söyledi.

• Chi Wen (Lu drebeyinin büyük komutanlarından) üç defa düşünür ve sonr işe başlardı. Üstat bunu duyduğu zaman dedi ki;”İki defa düşünmek yeter.”

• Bir öğrencisi erdemi sordu. Üstat dedi ki “Yurdundan, yuvandan uzakta olduğun zaman hatırlı konuğunu ağırlıyormuş gibi davran. Hoşlanmadığın bir şeyi başkalarına aktarma. Ülkende ve evinde düşmanlığı barındırma.”

• Üstat dedi ki; “ Bir kişinin yetenekleri kültüründen çoksa o köylüdür. Eğer kültürü yararlı yeteneklerinden çoksa okumuştur. Ancak hem yararlı yeteneğe, hem de kültürüne sahip olduğunda örnek bir kişi olabilir.”

• Üstat dedi ki; “Halk bir sistemi kabule zorlanabilir. Ama onu anlamaya asla kendini zorlamaz.”

• Üstat dedi ki;1 Bir kişi Chou Dükü gibi yetenekli ve iyi bir insan olup kibirli ve cimri ise onun öbür yeteneklerine göz atmaya bile değmez.”

• Üstat dedi ki;”Bir kişi belirli bir makama gelmeden ülke yönetimi için plan yapmasına lüzum yoktur.”

• Üstat dedi ki;”Keten şapka, tören kurallarına en uygun olanıdır. Ama şimdi ipekten olanı giyilmektedir. Öbürü daha ekonomiktir. Fakat ben herkesin kullandığını giyeceğim.

“Tören kurallarında salonda nasıl eğilip selam verileceği gösterilmiştir. Fakat şimdi üst kata çıkıldıktan sonra selam verilmektedir. Bu mükemmel bir şey. Ama ben herkesin yaptığının tersine, aşağı salonda selam vermeyi sürdüreceğim.”

• Üstat dedi ki;” Sadakati ve içtenliği ana ilke olarak kabul et. Kendine eşit olmayan arkadaşlar edinme. Yanlışların olursa düzeltmekten çekinme.”

• Üstat dedi ki;”Bazı insanlarla birlikte çalışabiliriz. Fakat ana konularda birlikte olmadığımızı anlarız. Ana ilkelerde aynı görüşte olabiliriz, fakat bunları uygulamak konusunda anlaşmaya varamayız. Bunları uygulama konusunda anlaşsak bile olaylar hakkında bir hüküm vermekte ayrılabiliriz.”

• Tzu-chang, erdemimizi nasıl geliştirebileceğimizi ve kötülükleri nasıl anlayabileceğimizi sordu.

Üstat dedi ki;”Doğruyu sadakati ve bağlılığı birinci ilke olarak ele al, doğruluktan ayrılma. İşte bu erdemi yüceltmektir.”
“Sevdiğiniz insanın yaşamasını, nefret ettiğiniz insanın ölmesini istersiniz. İşte bu kötülük durumudur.”

• Üstat dedi ki;” Eğer beni yanına alacak bir prens olsa; on iki ay içinde önemli işler yapardım. Üç yıl içinde hükümet çok mükemmel bir duruma gelirdi.”
Aslı’nın notu: bu nasıl bir seçim vaadi? Nasıl bir propaganda?

• Üstat dedi ki;”Büyük ve üstün insana hizmet etmek kolay, fakat onu hoşnut etmek güçtür. Eğer onu doğruluktan uzak şeylerle hoşnut etmeye çalışırsak, o bundan hoşlanmaz. İş yaptırdıkları insanları yeteneklerine göre çalıştırır.
“Küçük insana hizmet etmek güçtür, hoşnut etmek kolaydır. Onu doğrulukla bağdaşmayan şeylerle hoşnut etmeye çalışsan bile, o bundan hoşlanacaktır. Emrinde çalıştırdığı kişilerden yeteneklerinin üstünde işler ister.”

• Birisi dedi ki; “Kötülüğe iyilikle nasıl yanıt verilir?” Üstat yanıtladı:” Peki, siz iyiliğe ne ile karşılık veriyorsunuz?”
“Kötülüğe doğrulukla , iyiliğe iyilikle cevap ver.”

• Üstat dedi ki; “Her şey bitti! Güzelliği sevdiği kadar erdemi seven insan görmedim.”

• Üstat dedi ki;” Büyük ve üstün insan kendi kendini bulmaya çalışır. Küçük insan ise başkalarını aramaya uğraşır.”

• Üstat dedi ki;”Bütün gün yemek yemeden,bütün gece uyumadan düşündüm. Hiç yararı olmadı. En iyisi çalışmak.”

• Üstat dedi ki;” Bir bakan prensine hizmet ederken önce görevini yapar. Ücretini sonra düşünür.”

• Üstat dedi ki;”Eğitimde sınıf farkı olmamalıdır.”

• Konfüçyüs dedi ki;”Büyük ve üstün insan ın yanında bulunan bir kişinin yapabileceği üç yanlış vardır. Konuşmaması gereken yerde konuşmak, buna acelecilik denir. Konuşması gerektiği halde konuşmamak, buna gizleme denir. Büyüğünün yüzüne bakmadan konuşmak, buna körlük denir.”

• Tzu-chang,Konfüçyüs’e mükemmel erdemi sordu.

Konfüçyüs dedi ki, Dünya’da beş şeyi yaşamına uygulayabilmeye mükemmel erdem denir.
Bunların ne olduğu sorulduğunda, Üstat “Ağırbaşlılık, cömertlik, içtenlik, doğruluk, saygı” dedi.” Ağırbaşlıysan saygısızlık görmezsin. Cömertsen her şeyi elde edersin. İçtensen insanları kazanırsın. Doğruysan güvenilirsin. Saygılıysan başkalarını hizmetinde çalıştırabilirsin.”

• Tzu-hsia dedi ki;” Günler geçtikçe neyi bilmediğini anlarsa, aylar ilerledikçe neyi kazandığını unutmazsa, bu kimse için öğrenmeyi gerçekten seviyor diyebiliriz.”

• Tzu-hsia dedi ki;”Bir memur görevini yaptıktan sonra boş zamanlarını öğrenmeye harcamalıdır. Öğrenci, öğrenimini tamamladıktan sonra bir memur olmaya çalışmalıdır.”

• Tzu-chang, Konfüçyüs’e sordu:” İktidarı ele geçiren bir kişi halkını iyi yönetmek için ne yapmalı?

Üstat cevapladı:”Beş üstünlüğü yüceltirse ve dört kötülükten uzak durursa, halkını iyi yönetebilir.”
Tzu- chang dedi ki;” Dört üstünlükten neyi kastediyorsunuz?”
Üstat, “iktidarda olan bir kişi aşırı harcamalar yapmadan yararlı olabilirse, halkını bıkkınlık vermeyecek görevler verirse, istediği şeyi açgözlülük yapmadan alabilirse, gururlu olmadan saygınlık kazanırsa, ürkütücü olmadan yüce olabilirse” yanıtını verdi.
Tzu-chang dedi ki: “ Aşırı harcama yapmadan faydalı olmaktan neyi kastediyorsunuz?”
Üstat yanıtladı; “ İktidarı elinde tutan, halkı için yaralı işler yapar ve halk bundan yararlanırsa, bu, aşırı harcama yapmadan yararlı olmak değil midir? İyi işçiler seçer ve onları çalıştırırsa, bundan kim şikayet eder? İstekleri devletin iyiliği için olursa, onu açgözlü olmakla kim suçlar? Halkı az olsun, çok olsun, hiç kimse ona saygısızlık etmeye cesaret edemez. Bu gururlu olmadan saygınlık kazanmak değil midir? Kendine uygun şekilde elbise ve şapka giyerse, bakışları da ciddi olursa tabii ki saygı görür. Bu, korkunç olmadan yüce olmak değil midir?”
Tzu-chang sordu: “Dört kötü şeyden neyi kast ediyorsunuz?”
Üstat yanıtladı: “Halkı eğitmeden onları ölüme sürüklemek, buna zulüm denir. Onları önceden bilgilendirmeden iş yüklemek, buna baskı denir. Acelesi olmayan buyruklar çıkarıp bunların hemen yapılmasını istemek, buna gaddarlık denir. Genel olarak, insanlara bir şey verirken ya da onları ödüllendirirken cimri davranmak, buna yersiz davranış denir.

• Üstat dedi ki;” Gök’ün buyruklarını bilmeden büyük ve üstün insan olma olasılığı yoktur.”

25 Kasım 2011 Cuma

Çöp Çocuk - Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin



Çınar ilk doğduğu zamanlar, Deniz bir kitap hediye etmişti. "Çöp çocuk" a o zaman şöyle bir bakıp, "Ay daha çocuk yürüyemiyor, bir şey yapamıyor. Çizgisi kaldıydı!" demiştim. O zamanki psikolojimle uyuyacak 5 dk ararken, araya resimlide olsa bir kitap sıkıştırılması sinirimi bozmuştu.

Geçen yıl kısa süren anaokulu denememizde aklıma kitap geldi. Kesinlikle boyalardan, resim yapmaktan hoşlanmayan oğlumda, sınıfta diğer çocukları izleyerek biraz ilgi başlamıştı. Okulun kesilmesiyle renkli boya kalemleri tavaların altına odun olarak hayal edilmeye başladı.

İyi birşeydir belki diye düşündüm. Çünkü bizim küçüklüğümüz, rengarenk, kendimize özgü duvarlarla süslüydü. Evimdeyse duvarlar tertemiz. Çınar'ın böyle bir ilgisi yok(tu). Bu yıl okula başlamasıyla öğretmenimizin ilk uyarısı resimle ilgiliydi. "Aslı, bu çocuk hiç boya yapmıyor. Hiç ilgilenmiyor." diye şaşkınlık içindeydi. Bu yönde alış-verişi seviyor, ama iş yapmaya geldiğinde anında bırakıyordu.

Zamanla okulda, öğretmenimizinde teşvikiyle oğlum açıldı. Artık boya yapıyor, resim çiziyor. Önceleri sadece verilen bir resimdeki boşlukları dolduracak şekilde boya yapmaya çalışıyordu. Fatma Öğretmenim, "Serbest resim yapın" demiş. Çınarcık şaşırmış, " Serbest resim ne demek?". Zamanla serbest resmide sever oldu. Ne çizerse çizsin, kenarda bir yerde oğlum yangın çıkarıyor. Sürekli duman, is ve sarı-kırmızı ateşler, yangınlar çiziyoruz. Ateşin varlığı onu çok etkiliyor. Resimlerini yapmak onu heyecanlandırıyor.

Kitabı okurken, kendi küçüklüğümü ve kardeşimin resimlerini de hatırladım. Çınar'ın yaptığı her resmi, herşeyi saklamıyorum. Ama annem saklardı. Hem benim hemde kardeşim Deniz'in dosyaları vardı. Yaptığımız etkinlikler, resimler, kenarlarına küçük notlar alınmış halde yıllarca bizimle beraber taşındı. Lise yıllarımda "anne ne durup duruyor bunlar? Kaç yıl daha duracak, dönüp bakıyormuyuz?" diyip çöpe attım onları. Belkide bundan çok iyi hatırlıyorum o resimleri. Göreli 10-15 yıl oldu. Büyüdükçe insan annesini-babasını daha iyi anlıyor. Meğer ne sabırlıymış, ne değer verirmiş annem yaptıklarımıza?!?

Kitapta otistik çocukların çizimlerindeki kulaklar ve çakmak çakmak gözler dikkatimi çekti. Annemin iki otistik öğrencisinin de benzer resimler yaptığını hatırlıyorum. Hatta birisi resmin yanına adını yazardı.

Çocukların cansız şeylerin cansız olduğunu anlamadığını ilk defa bu kitapta okudum. Çınar evde birşey kırıldığında krize girer. Çok üzülür. Onun kırılışını bir türlü anlamaz.

Çok ayrıntılarını girmek istemiyorum kitabın. Okuyunca siz keyif alın, bölmüş olmayım o tadı. Çocuğunuz olsun olmasın herkese tavsiye edeceğim bir kitap. Deniz'e bana hediye ettiği için çok teşekkür ederim. Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin'e de saygılarımı sevgilerimi sunuyorum. Çok büyük bir çalışma. Emeğinize sağlık.

20 Kasım 2011 Pazar

Fincan Keki

Merhabalar,
Geçen hafta Aslı Abla'nın blogunda fincan kekini görünce, "onaydan geçti artık yapmam lazım" dedim.



Çınarcık elinde 3 yumurtayla çıpıcıyı kapıp geldi. "Oğlum 2 yumurta yeter. Bugün başka bir kek yapacağız. Böyle bak, fincanlarda olacak, çeşit çeşit yapacağız." dedim. Yüzüme baktı baktı " Anne o öyle olmaz!! Senin tarifin bi tuhaf! Kek öyle yapılmaz." diye kızdı bana.



Keki yaparken hiç aklına yatmadı. İnatla 3 yumurta kırmak istedi. Şekerle, unla oyaladım, yarım ölçüden kek hamuru hazırladık. Sonuç mu? Enfes oldu. Fincanların kenarlarını kendisi kahvaltı bıçağıyla sıyırdı ve tabaklara ters çevirdi.

Kekin en önemli özelliği, tencerede piştiği için kuru olmaması. Tam çocukların ağzına göre, pufuduk pufuduk oluyor. Ayrıca pişirme tekniği çok hoşuma gitti. Gıdaları farklı şekillerde pişirmek, farklı şekillerde kullanmak hoşuma gidiyor.



FİNCAN KEKİ
Malzemeler:
- 2 yumurta
- 1 su bardağından 2 parmak eksik toz şeker
- 1 su bardağı un
- Yarım su bardağı sıvıyağ
- Yarım su bardağı yoğurt ya da süt
- 1 kaşık vanilya
- 1 kabartma tozu

Çeşni malzemeleri:
- damla çikolata, üzüm, haşhaş, tarçın, kakao

Yumurtayı şekerle çırpın. İçine diğer malzemeleri koyup homojen hale getirin. Türk kahvesi fincanlarını yağlayıp, yarısına kadar kek hamuru dökün.



Üzerlerine haşhaş tohumu, damla çikolata, pembe damla çikolata koyun, bazısına tarçın sepeleyin. Son kalanların içine kakao ya da nesquik ekleyip, fincanlara koyun.



Karnıyarık tenceresinde 9 fincan pişirdim. Kapağı cam olan tencerede yükselişlerini izlemek çok süpper oluyor.



Yaklaşık 15 dakikada orta ateşte pişirin.



Ihlamurla, televizyon karşısında keyif yaptık. Tarif için teşekkür ederim Aslı Abla .

Çınar için tam hüpletmelik kekler oldu. Azıcık hamurla, kısa zamanda, fırın çalıştırmadan, özetle çok pratik bir tarif. Öğrenci evi, sürgün memur, eksik ev işi.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Annemin Kestaneli Pilavı



ANNEMİN KESTANELİ PİLAVİ
Malzemeler:
- 2 tavuk göğsü
- 2 havuç
- 2 bardak pirinç
- 1/2 kg kestane
- Kavrulmuş badem
- Tereyağ (isteğe bağlı margarin)

Süslemek için:
- Domates
- Biber
- Dereotu



Tavuk göğüslerini haşlayıp, beyaz etlerini ayırın. Küp küp doğrayıp azıcık tereyağ ve tuzla soteleyin. Kestaneyi düdüklüde haşlayıp, kabuklarından ayırın. Havuçları ince ince, küçük kareler halinde doğrayın. İsterseniz kibrit çöpü şeklinde de doğrayabilirsiniz. Tereyağ ya da margarinde havuçları soteleyip, yarım saat ılık suda beklemiş pirinçleri ilave edin. Bu şekilde kavurun. 2 bardak et suyu ekleyip pilavı biraz pişirin. İçine hazır kestaneleri koyup pişirmeye devam edin. Piştikten sonra sıcak su dolu bir kapta demlensin.

Derince, yayvan bir kabın içine süslü bir şekilde şerit biber ve domates halkaları dizin. Üzerine sotelenmiş tavukları koyup, bastırın. Pilavı en son koyup, yayın. Bu şekilde sıcak su dolu kapta demlenmeye bırakın. Misafiriniz geldiğinde düz bir tabağa ters çevirerek çıkartın. Tabağın kenarlarını dereotlarıyla, pilavın üzerini de bol kavrulmuş bademle donatın.

Afiyet olsun.

Bu yemeği annem kızkardeşim Deniz için yaptı. Genelde kestaneli pilavı yılbaşında yapar. Kardeşim özlemiş, kırmadı, yaptı. Bizim için bu çeşit pilavlar özeldir. Önemli günlerde yapılır.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Nivea

Merhabalar,
İzmirli blogcular toplandığımızda Nivea bize ürünlerinden hediyeler göndermişti. Q10 plus kırışık karışıtı krem ve Repair&Care onarıcı bakım kreminden memnun kaldık. Q10 serisini yıllardır annem kullandığı için ona verdim. Mutlu mesut, rutin hayatına devam ediyor. Şu soğuk günlerde Repair&Care onarıcı kremi memnuniyetle kullanıyorum.



Nivea'da yıllardır kullandığım bir diğer ürün Aqua serisi göz kremi. Aslında yaşıma uygun olmayan bu kremi bırakamıyorum. Sanırım basit monomerler içeren krem, gözlerimde sululuk yapmayan tek krem. Yaşlanma karşıtı olanlar, ya da vitaminli mineralli, birşeyler içerenler göz kenarlarımda kızarıklık ve sululuk yapıyor.



Happy time losyonunun kokusu çok hafif. Mis gibi portakal kokuyor. Bence gramajı düşük. Böyle hoş, aromatik kremler hemen bitiveriyor. Gramajı büyük yapılırsa satışları artabilir.



Nivea'nın kremleri raflara gireli yaklaşık 2 yıl oldu. Bayıldım ürünlerine. Güllü olanını denedim. Köpük yapısı diğer sabunlardan farklı. Sabunda köpük konusunda Lux sabunlarını tek geçerim. Nivea'nın köpük yapısıda Lux gibi. Bu iki marka dışında yumuşak köpüklü sabun yok. Fiyat olaraksa Lux'un yarısı. Güllü dışında olanları merak ettim. Çilekli, sütlü ve deniz minerallisinden buldum. Onlarıda deneyeceğim.



Küçük oğlum Çınar içinse bu şampuanı kullandım. Nivea ürünlerinin genel olarak dokusu çok güzel. S.O.S el kremleri, dudak stikleri, makyaj malzemeleri bütün ürünlerinden genel olarak memnun kaldım. Deodoranttada iddialı. Pudralı, pembe serisi, fresh naturel serisi çok güzel. İş yerinde oda arkadaşlarımızla konuştuk. Ortak nokta; el kremlerinin ve deodorantlarının süpper olduğu.

Teşekkürler Nivea :)

11 Kasım 2011 Cuma

Rukiye Abla'nın Haşhaşlı Revanisi

Yaklaşık 2-3 yıl önce iş yerinde farklı bir birimde çalışıyordum. O zamanlar, incir sezonu olması nedeniyle sabah sekiz, akşam on mesaimiz vardı. Doğal sonuç olarak dairede yaşar hale gelmiştik. Herkes evinde yaptığı pratik birşeyleri getirir olmuştu. Sezonun sonlarına doğru Rukiye Abla, bize haşhaşlı revani yaptı. Tadına bir baktık.... Hemen tarifini aldım. O zamandan beri hemen her bayram bu tatlıyı yapıyorum. Bu yıl fındıklı bükme ya da muhallebili kadayıf denemek istedim. Kışın gelmesiyle yine ailecek o kadar hastayız ki pratik bu tatlıyı yaptım.



RUKİYE ABLA'NIN HAŞHAŞLI REVANİSİ
Malzemeler:
- 4 yumurta
- 1 su bardağı sıvıyağ
- 1 su bardağı mavi haşhaş
- 1 su bardağı un
- 1 paket kabartma tozu
- 1 su bardağı şeker

Şerbeti için:
- 1250 kg toz şeker
- 3 su bardağı su

Üzeri için:
- 1 paket krem şanti
- 1 su bardağı soğuk süt

Yumurta ve şekeri çırpın. İçine yağı ekleyin. Haşhaş, un ve kabartma tozuyla hamur kısmını homojen hale getirin. Borcamı yağlayıp kek hamurunu yayın. Kare büyük ya da dikdörtgen büyük borcama tam oluyor. 170 derecede yaklaşık 40-45 dakikada pişiyor.

Şerbeti hazırlamak için şeker ve suyu kaynatın. Limon sıkmanız gerekmiyor.

Şerbet dökülürken soğuk olacak, keki sıcak olacak. Bu şekilde bir gece dinlensin. Ertesi gün üzerine bir bardek sütle hazırlanmış krem şantiyi yayın.



Üzerini isterseniz haşhaş tohumlarından şekiller yaparak, isterseniz şeker hamurundan küçük şeylerle süsleyin. Çınarcık bu sefer şeker hamuru istedi diye ben öyle süsledim. Üzerine birde mum yaktık :)

Çıtır çıtır haşhaşla, güzel bir tatlı. Afiyet olsun.

10 Kasım 2011 Perşembe

Bugün 30

Merhabalar,
Bugün 30 yaşıma girdim. Girdim mi, doldurdum mu bilmiyorum. Artık 30 olduğumsa kesin. 20'li yaşlarda üniversitede kutlamak güzeldi. 30'a girdiğim bugün belim daha kalın, saçımı boyamam gerek, farkettim kollarımda kalınlaşmış...



Artık kupalarım farklı ama... Hamileyken, böyle bir oğlum olsun diyerek aldığım kupadan çayımı içiyorum. Eskiden başka şeyler önemliydi. İdoller, örnek insanlar, şirin modalar önemliydi. Artık sabah işe giderken oğlumu ensesinden öpebilmek önemli.
30'a fena girmedim. 20'li yaşlarımın sonu beni 30'a güzel bağladı. İnşallah bu on yılda güzel şeylerle dolar. Evet, bir ev almak istiyorum, belki natural, doğal yerlere gezilere de gidebilirim ama en önemlisi neşe olur inşallah. İnsanlar çocuklarına "Neşe" adı koyduklarında anlamazdım. Ne güzel isimmiş oysa.

Figen 30'ların, 20'lerden güzel olduğunu söylüyor. 20'li yaşlarda olan gençlik yerini tatlı olgunluğa bırakıyormuş. Sarı, yeşil, kırmızının her tonunun yapraklarda olduğu bugün benim için bir dönüm olacak. İş yerinde pasta keserken, -olgun- iş arkadaşım Çetin Bey "Aslı artık 30 oldun, olgunlaşırsın biraz." dedi. Mesajı aldım.

Facebook'a artık iş yerinden girişlerimiz yasaklandı. Doğum günümü oradan kutlayan herkese teşekkür ederim. Nice beraber yıllara.

Akşam için evde küçük bir toplantı yapacağız. " Kimse hediye almasın. Her zaman ailecek toplanmıyoruz. Deniz de buradayken beraber olalım. Bunu çok özledim." dedim. Büyüyünce, her yıl aynı şekilde kutlanan doğum günleri artık rutin olmuyor. Herkesin bir işi gücü, gideceği yerler var. Hazır hep beraberken tadını çıkaralım istedim. Çınarcık "Hediye iste anne, hediyesiz olmaz. Pasta da lazım bize. Bir de balon şişirmeli, evi süslemeliyiz." dedi. Organizatörüme güveniyorum, güzel bir akşam geçireceğim.

Kız kardeşim Deniz bir mesaj göndermiş :" Doğum günün kutlu olsun ablacığım, seninle geçen yıllarım ömrüm kadar olsa da doymam mümkün değil, pipet üflerken gülmeni sadece ben sezebilirim uzakta da olsam, otuz yıllık tecrüben oldu annem babamla, ben dahil oldum dördüncü yaşında, her zaman beni sevdiğini bildim, beni dışarıda oynarken hep korudun, çikolatanı paylaştın, arkadaşlarının doğumgünlerine götürdün, zaman zaman annemlerin yaında atışsak da yalnız başımıza kaldığımızda hep iyi anlaştık, eğlendik, oynadık, seni çok seviyorum, senin doğumgünün için bugün İzmir'deyim, seninle gurur duyuyorum..."

Çok duygulandım. Canım kardeşim, iyiki varsın. Deniz ve Çınar ortak bir kaderi paylaşıyorlar. İkisininde büyümesinde emeğim var. O kadar beraber yaşıyoruz ki, birimizin bir süre ortadan kaybolmasında/eksikliğinde diğerleride birşeylerini kaybediyor, eksikliğini hissediyor. Denizcim, senin İstanbul'da, bizlerden ayrı bir hayat kurmanında doğal etkisi bu. Yanımızdayken, kendimizi bütünlüyoruz. Hepinizi seviyorum.

2 Kasım 2011 Çarşamba

İyi Bayramlar

Uzun zamandır yazı yazmak istiyorum. Ailecek hastayız, o kadar hastayızki düşünclerimi bile toparlayamıyorum. Evimizde yemek kokuları yerini ıhlamur-bal ya da adaçayı-limon kokusuna bıraktı. Kayınpederim kalp krizi geçirdi, dayım trafik kazası... Herkes toplamda iyi, ama biraz hasta. Fiziksel olarak iyi olanlar, hastalara bakmaktan ruhen yorgun.

İzmir'de zeytin satışları başladı. Dokuzuncubulut 'tan Aslı Abla bir tarif vermiş. Edremit ve çekiçte cinslerinden zeytin yapmayı planlıyorum. Bayramın 3. gününden itibaren büyük aile olarak, kızlarla zeytin-turşu işine girebiliriz. İyi bayramlar herkese.